İÇTİHATLAR
Tarih: 14.04.2017| Okunma Sayısı: 8109

E-Uyar Kitap Yazılım ve İnternet Ticaret Ltd. Şti.
Cumhuriyet Bulv. Bulvar İşh. No:109 K:7 D:702 Pasaport/İZMİR
Tel: 0(232) 425 21 03 - Faks: 0(232) 441 80 49
info@e-uyar.com - http://www.e-uyar.com

                                                                                                               Gön: Av. Talih UYAR

-1-

Tasarrufun iptali davasının görülebilmesi için alacaklının kesinleşmiş bir alacağının ve icra takibinin bulunmasının zorunlu olduğu- Davacının alacağının bulunduğuna dair tereddüt bulunmadığından, “takibin, tasarrufun iptali davasından önce başlatılmasının davanın görülebilme koşulu” olarak öngörülemeyeceği- I- Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.05.2011 gün ve 2005/348 E., 2011/183 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 12.04.2012 gün ve 2011/12048 E. - 2012/4567 K. sayılı ilamı ile; “...Davacı vekili, müvekkili kurumun 7.12.2001 - 1.3.2002 - 22.8.2003 tarihli vekaletnameleri gereği avukatlığını yapan davalı borçlu Ali'nin vekalet görevini gereği gibi ifa etmemesi ve yaptığı tahsilatları süresi içinde davacı kuruma ödememesi nedeniyle vekalet ilişkisinin 9.3.2004 tarihinde feshedildiğini, borçlunun aleyhine yapılan icra takibini karşılıksız bırakmak amacıyla adına kayıtlı taşınmazı 22.8.2005 tarihinde davalı Funda'ya sattığını belirterek taşınmaz satışına ilişkin tasarrufun iptaline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.

Davalı borçlu vekili, davanın İİK. hükümleri gereğince yürütülmesi gerektiğini, ödeme emrinin iptali için İdare Mahkemesine dava açtıklarından takibin kesinleşmediğini, davanın sonucunun beklenmesi gerektiğini belirterek davanın reddini, 30.10.2009 tarihli dilekçesiyle de ödeme emri idare mahkemesince iptal edildiğinden davanın konusuz kaldığını savunmuştur.

Davalı F., savunma yapmamıştır.

Mahkemece iddia, savunma, toplanan delillere göre, davanın görülebilirlik koşulunu teşkil eden ödeme emrinin İdare mahkemesinin kesinleşen kararıyla iptal edildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava 6183 sayılı AATÜHK'nun 24 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Bu tür davaların dinlenebilmesi için borçlu hakkında yapılmış icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılması, gerçek bir alacağın bulunması gereklidir. Eğer dava İİK. 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış ise bu üç koşula ilaveten borçlu hakkında düzenlenmiş kat'i (İİK 143.madde) veya geçici aciz (İİK. 105.madde) belgesinin bulunması da gereklidir. Aciz belgesinin varlığı sadece İİK 277 ve devamı maddeleri gereğince açılan tasarrufun iptali davaları için önkoşul olup 6183 sayılı Yasanın 24 ve devamı maddeleri gereğince açılan tasarrufun iptali davaları için ibraz edilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.

Gerek 6183 Sayılı Yasanın 24 ve devamı, gerekse İİK 277 ve devamı maddeleri gereğince açılan tasarrufun iptali davasının görülebilirlik koşullarından biri, mahkemece de belirlendiği gibi alacaklı tarafından borçlu aleyhine yapılan icra takibinin kesinleşmiş olmasıdır. Somut olayda davalı borçlu hakkında 6183 Sayılı Yasa gereği çıkarılan ödeme emri idare mahkemesinin kesinleşen kararı gereğince “davacı Ali ile aralarında vekalet ilişkisi bulunan idarenin, söz konusu zararı alacak davası olarak tahsil etmesi gerekirken 6183 Sayılı Yasa uyarınca ödeme emri düzenlenmesinin hukuka aykırı olduğu” gerekçesiyle iptal edilmiştir. Bunun üzerine işbu davanın devamı sırasında davacı idare tarafından davalı borçlu hakkında M.. l. İcra Müdürlüğünün 2011/… sayılı dosyası ile İİK hükümleri gereği ilamsız takip yapıldığı, borçlunun itirazı üzerine davacı idare tarafından M… 1.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/… Esas sayılı dosyası ile itirazın iptali davası açıldığı ve davanın derdest olduğunun davacı ve davalı borçlu vekilinin kabulündedir. Varlığı zorunlu bulunan icra takibinin, dava tarihinden önce yapılmış olması bir zorunluluk olmadığından icra takibinin dava tarihinden sonra yapılmasının bir önemi yoktur. Önemli olan yargılama aşamasında borçlu hakkında icra takibinin varlığıdır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.3.2012 gün ve 2012/17-25, 11/241 sayılı kararı ve 15.H.D. 18.11.2003 T.5510E-5515 K. sayılı kararları da aynı doğrultudadır.) O halde mahkemece itirazın iptali davasının sonucu beklenerek takibin kesinleşmesi halinde davanın esasına girilerek taraf delillerinin toplanması, İİK 277, 278, 279 ve 280 maddeler gereğince değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi; itirazın iptali davasının reddedilip kesinleşmesi halinde ise şimdiki gibi davanın önkoşul yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir…” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Dava, 6183 sayılı Kanun’un 24 vd. maddeleri gereğince “tasarrufun iptali” istemine ilişkindir.

Davacı vekili “müvekkili ile davalı A. arasında müvekkilin alacaklarının tahsili amacıyla dava ve takiplerde vekil olarak temsil için vekalet sözleşmesi akdedildiğini, ancak davalının dava ve icra takiplerini takipsiz bıraktığını, işlemden kaldırılmasına neden olduğunu, ayrıca yapılan icra takip dosyalarından tahsil edilen ödemeleri de Kurum hesabına aktarmadığını, Kurumun uğradığı bu zararın tahsili için davalı aleyhine 6183 sayılı Kanuna dayalı takip yapıldığını, takip sırasında davalıya ait bir taşınmazın diğer davalı F.’ye satışının yapıldığının belirlendiğini, yapılan satışın mal kaçırmak amaçlı olduğunu ve işlemin 6183 sayılı Kanun’un 24 vd. maddeleri gereğince iptale tabi olduğunu belirterek alacağın tahsilini sağlamak amacıyla dava konusu taşınmazın satışının iptaline karar verilmesini” talep etmiştir.

Davalı A. vekili, “6183 sayılı Kanuna dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasında takibin kesinleşmiş olmasının dava şartı olduğunu ve davacı tarafından yapılan takibin İdare Mahkemesince iptal edildiğini” belirterek “davanın reddini” savunmuştur.

Davalı F. duruşmalara katılmamış ve davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece; “davacı kurum tarafından davalı aleyhine kurum zararının tahsili için 6183 sayılı Kanuna dayalı olarak takip başlatılmış ve ödeme emri tebliğ edilmiş ise de, davalı tarafından bu ödeme emri işlemine karşı İdare Mahkemesinde iptali istemi ile dava açıldığını ve ödeme emri işleminin iptali yönünde karar verildiği ve söz konusu kararın kesinleşmiş olması bakımından davanın görülebilme koşulu olan takibin iptal edilmiş olması nedeni ile davanın reddine” karar verilmiş; davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tasarrufun iptali davasında kesinleşmiş bir icra takibinin bulunmasının davanın görülebilirlik koşulunu oluşturduğu dikkate alındığında, ‘icra takibinin dava tarihinden önce başlatılmış olmasının gerekip gerekmediği’ noktasında toplanmaktadır.

Somut uyuşmazlığa geçmeden tasarrufun iptali davasına ve mevzuatımızdaki yerine kısaca değinilmesi uyuşmazlığın çözümünde yol gösterici nitelikte olacaktır.

İptal davası, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 277-284. maddelerinde düzenlenmiştir.

Haczedilen ve iflas halinde masaya girerek tasfiyeye konu teşkil edecek malvarlığı, borçlunun hali hazır malvarlığıdır. Hakkında haciz işlemine girişilen veya iflasta iflas kararı verilen borçlunun tasarruf yetkisi, bu tarihten itibaren kısıtlanır. Haciz ve iflastan önce borçlu, malvarlığı üzerinde tam bir tasarruf yetkisine sahiptir (Uyar Talih, İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 4. Baskı, C. I, İzmir 2011, s. 15; Üstündağ Saim, İflas Hukuku, 3. Baskı, İstanbul 2002, s. 231).

Bunun sonucu olarak, hacizden ve iflas kararından önce malları üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilen borçlular uygulamada da rastlandığı üzere bazen mallarına haciz konulması veya iflas kararı verilmesi ihtimaline binaen, haciz ve iflas yolu ile takibe uğramadan evvel alacaklılardan mal kaçırmak kastıyla, yani onların hakkında yapacağı takibi semeresiz bırakmak amacıyla, mal varlığının tamamı ya da bir kısmını, hileli işlemlerle bedelsiz olarak ya da düşük bedellerle, başkalarına, genellikle yakınlarına, devredebilirler. Bazı durumlarda da bedelini kendisi ödeyerek yakınları üzerine taşınır taşınmaz mal satın alarak malvarlığını azaltabilirler (Pekcanıtez Hakan / Atalay Oğuz / Sungurtekin Özkan Meral / Özekes Muhammet, İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2005, s. 501; Uyar, a.g.e., s. 15).

Bu gibi kötüniyetli borçluların mal kaçırma düşüncesiyle yaptıkları tasarruflar nedeniyle alacaklıların menfaatlerini korumak amacıyla kanun koyucu “iptal davası” kurumunu kabul etmiştir.

İcra ve İflas Kanunu’nun 277. ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası; kesin veya geçici aciz vesikasına sahip alacaklının, kanunda öngörülen sebeplere dayanarak, iptal edilebilir olduğunu iddia ettiği tasarrufi işlem hiç yapılmamış gibi, sadece kendisi açısından ve aciz vesikasına bağlanmış alacağıyla fer’ileri nispetinde, bu işleme konu mal, hak ya da alacağın, alacaklının icra takip sahasına sokulmasını amaçlayan ve alacaklının, borçlu ile lehine tasarrufi işlemin yapıldığı üçüncü kişiye karşı açtığı, 5 yıllık hak düşürücü süreye tabi olan şahsi nitelikte, bir eda davasıdır (MUŞUL Timuçin, İcra ve İflas Hukuku, 2. Baskı, İstanbul 2005, s.1168).

Bununla birlikte 6183 sayılı Kanuna dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasında kamu alacaklısının kesin veya geçici aciz vesikasına sahip olması aranmamaktadır. Ancak, yine burada da tasarrufun iptali davasının açılabilmesi tahsil dairesinin tüm yasa yollarına başvurmasına rağmen alacağını elde edememiş olması aranmaktadır.

Bu noktada tasarrufun iptali davasının kendisine özgü dava şartlarından söz etmekte yarar bulunmaktadır. Gerçekten; iptal davasında yetki, görev, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, hukuki yarar gibi genel dava şartları dışında, iptal davasına özgü bazı özel dava şartlarını haiz olması aranmaktadır. Hem İİK’nın 277 ve devamı maddeleri gereğince hem de 6183 sayılı Kanun gereğince açılan tasarrufun iptali davasında ortak olarak aranan dava şartları; davacının gerçek bir alacağının olması ve borçlu hakkında kesinleşmiş bir icra takibinin bulunması ile iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olmasıdır. Bunların yanı sıra İİK’nın 277 ve devamı maddeleri gereğince açılan tasarrufun iptali davasında alacaklının kesin veya geçici aciz vesikasına haiz olması da aranmaktadır.

Bilindiği gibi mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hallere, “dava (yargılama) şartları” denir. Dava şartları, daya açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi (mesmu olması) şartları da denir. Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hâkim tarafından kendiliğinden (re'sen) gözetilir (KURU Baki Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.I., İstanbul 2001, s. 1343).

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde “Dava Şartları”, 115. maddesinde ise “Dava Şartlarının İncelenmesi” düzenlenmiştir. Dava şartları, dava açılmasından hükmün verilmesine kadar var olmalıdır. Davanın açıldığı anda var olan bir dava şartı (meselâ hukukî yarar) sonradan ortadan kalkarsa, o zaman dava (esastan değil) dava şartı yokluğundan (usulden) reddedilir. Bir dava şartının noksan olmasına rağmen esasa girilmiş ve dava sırasında o dava şartı noksanlığı ortadan kalkmış (giderilmiş) ise, hüküm anında bütün dava şartları tamam olduğundan, davanın esası hakkında karar verilir; yani dava, dava şartlarının başlangıçta noksan olduğu gerekçesiyle usulden reddedilmez (HMK m. 115/III) . Çünkü, hüküm anında bütün dava şartları tamamdır (KURU, a.g.e., s. 1391-1392).

Ancak HMK’nin 115. maddesinin 2. fıkrasında da ifade edildiği gibi giderilmesi mümkün bir dava şartı noksanlığının bulunması halinde dava hemen reddedilmeyip giderilmesi için süre verilmesi gerekmektedir. İşte giderilebilecek nitelikte bir dava şartının varlığı halinde öncelikle dava şartının tamamlanması için süre verilmesi, bu süre içerisinde eksikliğin giderilmesi halinde davanın esasına girilerek karar verilmesi, aksi halde ise davanın usulden reddine karar verilmesi söz konusu olabilecektir.

Yapılan bu açıklamalar kapsamında somut uyuşmazlık ele alındığında, davacı yan tarafından 6183 sayılı Kanuna dayalı olarak yapılan takip iptal edilmiş, açılan tasarrufun iptali davasının devamı sırasında 2004 sayılı İİK hükümlerine dayalı olarak takibe geçilmiş ve davalı tarafından yapılan takibe itiraz edilmesi üzerine davacı tarafından itirazın iptali davası açılmıştır. Uygulama ve doktrin tarafından yukarıda da belirtildiği gibi tasarrufun iptali davasında borçlu hakkında kesinleşmiş bir icra takibinin bulunması dava şartı olarak kabul edilmekte olup bu niteliğinden ötürü söz konusu dava şartı noksanlığının giderilmesi iptal davasına ilişkin yargılama aşamasında da mümkündür. Somut uyuşmazlıkta da davacı yan tasarrufun iptali davası sırasında takibe geçmiş ve davalı tarafından takibe itiraz edilmesi üzerine itirazın hükümden düşürülmesi için davacı yan tarafından itirazın iptali davası açılmış olması bakımından artık söz konusu dava şartının varlığı ya da yokluğu bu itirazın iptali davasının sonucuna göre belirlenebilecektir. Bu durumda bozma ilamında da belirtildiği gibi söz konusu itirazın iptali davasının sonucunun beklenerek oluşacak duruma göre karar verilmesi gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, “tasarrufun iptali davasında borçlu hakkında yapılan takibe dava tarihinden önce geçilmiş olması gerektiği, dava tarihinden sonra takibe geçilmesi halinde davanın görülemeyeceği” gerekçesi ile yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına, bozma ilamında ve yukarıda açıklanan nedenlerle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

HGK. 30.03.2016 T. E: 2014/17-843, K: 433 (Kaynak: www.e-uyar.com)

II-…Davacı vekili, “davalı borçlu Nevzat aleyhine icra takibi yaptıklarını, borcu karşılayacak malı bulunamadığını ileri sürerek borçlunun, dava konusu taşınmazını davalı Hüseyin’e satışına ilişkin tasarrufun iptalini” talep ve dava etmiştir.

Davalı “borçlu davanın reddini” savunmuştur.

Diğer davalı usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmalara gelmemiş ve davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, “davalı borçlu adına çıkarılan ödeme emirlerinin iptal edilmiş olduğu” gerekçesi ile “davanın reddine” karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Tasarrufun iptali davasının görülebilmesi için alacaklının kesinleşmiş bir alacağının ve icra takibinin bulunması zorunludur. Diğer bir deyişle davacının alacağının mevcudiyetine dair tereddüt bulunmamalıdır. Bununla birlikte takibin tasarrufun iptali davasından önce başlatılması davanın görülebilme koşulu olarak öngörülmemektedir. (H.G.K. 28.3.2012 tarih 2012/17-25 Esas ve 2012/241 Karar sayılı ve 15. HD. 18.11.2003 tarih 5510-5515 sayılı kararları)

Somut olayda davacı Hazinenin, iptal edilen ödeme emirlerinin yerine aynı alacakla ilgili takip başlatmış olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca mahkemece borçlu hakkında yapılan takip nazara alınarak “bu takibin kesinleşip kesinleşmediği” üzerinde durularak, hasıl olacak duruma göre bir karar verilmesi için hükmün bozulması gerekmiştir.

17. HD. 13.01.2014 T. E: 2013/16871, K: 34 (Kaynak: www.e-uyar.com)

Aynı doğrultuda:

HGK. 28.03.2012 T. E: 17-25, K: 241 (Kaynak: www.e-uyar.com)

15. HD. 18.11.2003 T. E: 5510, K: 5515 (Kaynak: www.e-uyar.com)

NOT: Davacının, iptâl davası açabilmek (ya da açtığı davanın görülmesini sağlayabilmek) için -kural olarak-[1] aciz belgesi alıp, mahkemeye vermek zorunda olması, borçlu hakkında, -iptal davası açılmadan önce veya iptal davasından sonra (dava sırasında)-[2] alacaklı tarafından icra takibi yapılmış olmasını zorunlu kılmaktadır. Gerçekten, “aciz belgesi” -ya da “aciz belgesi niteliğindeki haciz tutanağı” -icra takibi sırasında ya da icra takibi sonunda verildiğinden, borçlusu hakkında icra takibinde bulunmamış olan alacaklıya, “aciz belgesi” verilmesi düşünülemez.

Bu nedenle tasarrufun iptali davasının, dinlenebilmesi için “dava tarihinden önce veya sonra[3] [4] (yargılama sırasında) davacı-alacaklı tarafından yapılmış ve kesinleşmiş bir icra takibi bulunması gerekir.[5] [6]

İptal davası mutlaka bir icra takibine dayalı olarak açıldığı ve dava sonucunda davacıyı haklı bularak “davanın kabulüne” karar verecek duruma gelen mahkemenin “davacı-alacaklının .... sayılı icra takibine konu alacağını eklentileri ile birlikte karşılayacak miktarla sınırlı olarak dava konusu taşınmaz/taşınır üzerinde davacı-alacaklıya cebri icra yetkisi (haciz ve satış isteme yetkisi) tanınmasına....” şeklinde karar vermesi gerekeceğinden[7] yargılama sona ermeden, davacı-alacaklı tarafından davalılardan borçlu hakkında yapılmış ve kesinleşmiş bir icra takibinin bulunması gerekir.

Ayrıca, mahkemece tasarrufun iptali davası sonucunda karar verilebilmesi için, alacaklı tarafından takip konusu yapılmış olan alacağın da kesinleşmiş olması gerekir.[8] [9]

Bu nedenle; davacı-alacaklı, davalı-borçlu hakkında örneğin; senetsiz veya bir adi senede dayalı olarak takip yapmış ve 7 günlük “itiraz süresi” içinde borçlu tarafından -icra dairesine başvurularak- ödeme emrine (takip konusu borca ya da imzaya) itiraz edilememişse hem takip ve hem de alacak kesinleşmiş olur. Alacaklı, böylece kesinleşmiş olan icra takibine (ve takip konusu alacağına) dayanarak tasarrufun iptali davası açabilir... Yapılmış olan bu takibe karşı borçlu tarafından süresi (7 gün) içinde “icra dairesi”ne başvurularak itiraz edilmişse, alacaklının bu itirazı hükümsüz hale getirmek amacıyla “itirazın iptali” için “mahkeme”ye[10] [11] ya da “itirazın kaldırılması” için “icra mahkemesi”ne başvurmuş olması halinde, bu başvuruların sonucu, tasarrufun iptali davasına bakan mahkemece “bekletici mesele” yapılarak verilecek kararların kesinleşmesinden sonra davanın sonuçlandırılması gerekir.[12] [13]

Eğer alacaklı, bir kambiyo senedine dayalı olarak borçlusu hakkında takip yapmış ve borçlusu “5 gün” içinde -icra mahkemesine başvurarak- “borca” (İİK. mad. 168/5) ya da “imzaya” (İİK. mad. 168/4) itiraz etmemiş; “beş (İİK. 168/3) ya da 7 gün (İİK. mad. 168/I) içinde” şikayet yoluna başvurmamışsa takip kesinleşir. Eğer borçlu belirtilen süreler içinde ödeme emrine itiraz ya da şikayette bulunmuşsa, icra mahkemesince “itirazın (ya da; şikayetin) reddine” karar verilince takip kesinleşir. Fakat bu durum, tasarrufun iptali davasının mahkemece sonuçlandırılması için yeterli değildir. Ayrıca takip konusu alacağın da kesinleşmiş olması gerekir. Bunun için de icra mahkemesinin vermiş olduğu “itirazın/şikayetin reddine” ilişkin kararın da kesinleşmiş olması gerekir.

Eğer alacaklı, bir ilama dayalı olarak takipte bulunmuşsa; borçlunun İİK. mad. çerçevesinde icra mahkemesine başvurup -5 gün içinde- “itfa”, “imhal”, “zamanaşımı” ya da “borçlu olmadığı” itirazında bulunmaması ya da bu itirazının reddedilmesi ile (yahut; İİK. mad. çerçevesinde “icra mahkemesi”ne başvurup şikayette bulunmaması ya da bu şikayetin reddedilmesi ile) yapılmış olan takip kesinleşir. Bu kararların kesinleşmesi ile de alacak kesinleşir.

Keza; borçlu tarafından takip, takip konusu borç hakkında menfi tesbit davası açılmışsa, “bu davanın reddine” dair verilen kararın kesinleşmesi ile de takip konusu alacak kesinleşmiş olur. Tasarrufun iptali davasına bakan mahkemece borçlu tarafından açılmış olan bu “menfi tesbit davası”nın sonucu “bekletici mesele” yapılır.[14]

Tasarrufun iptali davasına bakan mahkemenin, yargılamayı sonuçlandırıp “davanın kabulü”ne dair karar verebilmesi için, davadan önce veya davadan sonra borçlu hakkında açılmış bir icra takibinin bulunup bulunmadığını araştırıp; a) Hem icra takibinin b) Ve hem de icra takibine konu alacağın kesinleşmiş olduğunu saptaması gerekir.

Buna karşın alacaklı, davalı-borçlu hakkında -ne tasarrufun iptali davasından önce ve ne de dava sırasında- hiçbir icra takibi yapmadan,[15] muhtemel alacağı için[16] tasarrufun iptali davası açamaz...[17]

            Uygulamada, genellikle ‘davacı-alacaklının icra takibinin, “tasarrufun iptali davası açılmadan önce” yapılmış olması gerektiği’ savunulmaktadır. Bu düşünce hatalıdır. Yukarıda sunulan kararlarda bu husus tereddütsüz biçimde vurgulanmıştır.

***

 

-2-

İcra memuru kendi verdiği karardan dönemez ise de; önceki verdiği kararın dosya kapsamı ve yasa hükmüne uygun olmadığını fark etmesi, örneğin, iflasın ertelenmesi davasında borçlu şirket hakkında takiplerin durdurulmasına dair verilen tedbir kararına rağmen, yanlışlıkla ‘borçlunun malvarlığının haczine’ karar verilmesi halinde, icra memurunca yasaya uygun olan kararın verilmesine engel bir düzenleme de bulunmadığı- İcra müdürlüğünce tedbir kararı gerekçe gösterilerek -yanlışlıkla konulan- ‘haczin kaldırılmasına’ karar verilmesinin isabetli olduğu- …Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/671 Esas sayılı iflasın ertelenmesi davasında verilen 15.12.2008 tarihli ihtiyati tedbir kararı ile “Rehnin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan takipler ile İİK’nun 206/1. maddesinde belirtilen takiplerin dışında kalan ilamlı ve ilamsız takipler de dahil olmak üzere tüm takiplerin bulundukları durum itibariyle her türlü muhafaza altına almayı da kapsamak üzere ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmasına.” karar verildiği anlaşılmaktadır.

İlamsız icra takibinin alacaklı tarafından bu tedbir kararından sonra 16.06.2011 tarihinde başlatıldığı; 7 örnek ödeme emrinin 17.06.2011 tarihinde tebliği üzerine yasal süresi içinde 20.06.2011 tarihinde verilen itiraz dilekçesinde borçlu vekilinin borca, faize ve ferilerine kısmen itiraz ettiği, yanı sıra yukarıda özetlenen tedbir kararı nedeni ile de ayrıca takibin durdurulmasına karar verilmesini istediği, İcra Müdürlüğünün 20.06.2011 tarihli kararı ile takibin itiraz edilmeyen kısım yönünden devamına ve 06.07.2011 tarihinde borçlunun malvarlığının haczine karar verildiği görülmektedir.

Bu aşamadan sonra borçlu vekilinin talebi üzerine İcra müdürlüğünce borçlu şirket hakkında verilmiş tedbir kararı bulunduğu ve Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2008/632 Esas ve 2010/125 Kararı ile verilen iflas erteleme davasının reddine dair kararı ile tedbirin ilamın kesinleşmesine kadar devamına karar verildiğinden yanlışlıkla konulan hacizlerin kaldırılmasına karar verildiği ve bu işlemin alacaklı tarafça şikayete konu yapılarak iptalinin istendiği anlaşılmaktadır.

Ticaret mahkemesince iflasın ertelenmesi davası kapsamında verilen tedbir kararı ile borçlu şirket hakkında takiplerin durdurulmasına karar verildiğinden bu karardan sonra haciz ve muhafaza işlemi yapılamaz. İcra Memuru kendi verdiği karardan dönemez ise de; bilahare önceki verdiği kararın dosya kapsamı ve yasa hükmüne uygun olmadığını fark edip onun yerine somut olayda olduğu gibi yasaya uygun olan kararı vermesine engel bir düzenleme de bulunmamaktadır.

O halde, icra müdürlüğünce tedbir kararı gerekçe gösterilerek “haczin kaldırılmasına” karar verilmesi doğru olup, “şikayetin reddine” karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

12. HD. 19.03.2012 T. E: 2011/23505, K: 8449 (Kaynak: www.e-uyar.com)

NOT: Şikayet, kural olarak süreye bağlıdır.

Bu süre de, kural olarak yedi gün’dür (İİK. mad. 16/I, c.2). Kambiyo senetlerine özgü takip yolunda ise, şikayet süresi beş gün’dür (İİK. mad. 168/3, 170/a, 171/3, 172).1

Şikayetin bağlı olduğu bu -yedi ve beş günlük- süre hakkı düşüren (sukutu hak) süredir.2 Bu nedenle, süre geçtikten sonra, şikayet hakkı düşer, artık şikayet dinlenmez. İcra mahkemesi, şikayetin süresinde yapılıp yapılmadığını -dolayısıyla şikayet hakkının düşmüş olup olmadığını- kendiliğinden araştırır. 3

Burada, uygulamadaki önemi nedeniyle şu hususu da belirtelim ki, icra memurunun işlemine karşı süresi içinde şikayet yoluna başvurulmaması, o işlemi kesinleştirir. Doktrinde; icra memurunun ancak, şikayet süresi içinde, yaptığı işlemi değiştirebileceği ya da düzeltebileceği4 eğer -az sonra belirteceğimiz- “süresiz şikayet” durumu varsa, her zaman yaptığı işlemi değiştirebileceği ya da düzeltebileceği5 6 kabul edilmektedir…

Acaba, icra memuru, işlemi hakkında şikayet yoluna başvurulduktan sonra da, yaptığı ve hatalı olduğunu anladığı işlemi, değiştirebilir mi?

Federal Mahkemenin kararlarına göre7 şikayet üzerine icra mahkemesinin, icra memurundan izahat alması anına kadar, icra memurunun yaptığı işlemi değiştirebileceği kabul edilmektedir. Bu izahatın verilmesinden sonra ise artık işlemi değiştirmek yetkisi icra mahkemesine geçeceği belirtilmektedir.8

Doktrinimizde9 ise, “Federal Mahkemenin bu görüşünün aşırı olduğu” belirtilerek, “icra memurunun, icra mahkemesine başvurulmasına kadar yaptığı işlemi değiştirebileceği, icra mahkemesine başvurulmuş olmasından sonra, memurun yaptığı işlemi değiştirme imkanının ortadan kalktığı” ileri sürülmüştür.

Doktrinde, az önce belirttiğimiz ve hemen hemen oybirliğiyle, ifade edilen isabetli görüşü benimsemeyen Yargıtayımız10 bu konuda herhangi bir ayırım yapmadan, “icra memurunun, kendiliğinden ya da taraflardan birisinin başvurusu üzerine, daha önce verdiği kararı değiştiremeyeceğini” belirtmiştir…11

Gerçekten yüksek mahkeme bu konuda;

-       Adli işlem niteliğindeki icra müdürlüğü işlem ve kararlarına karşı İcra ve İflas Kanunu'nun şikayet kurumunu düzenlediği ve müdürlük kararlarının değiştirilme ya da iptalini, şikayet yoluyla başvuru halinde İcra Hakimliğinin kararıyla olanaklı kıldığı, durum bu olunca, icra müdürlüklerinin verdikleri kararlardan kendiliklerinden dönerek yeni bir karar vermelerinin kural olarak mümkün olmadığını”, 12

 

-       İcra müdürlüğünün daha önce yaptığı işlemlerden kendiliğinden dönmesinin, almış olduğu bir kararın uygulanmasından ve yerine getirilmesinden kendiliğinden vazgeçmesinin mümkün olmadığı, icra müdürlüğü tarafından hacizlerin kaldırılmasına karar verildikten sonra icra müdürlüğünün bu kararın yerine getirilmesinden vazgeçmesinin mümkün olmadığını”, 13

 

-       İcra ve İflas Dairelerinin yaptıkları işlemlerin kanuna veya hadiseye uygun düşmemesi halinde İcra ve İflas Kanunu’nun 16. maddesi uyarınca bu işlemlere karşı icra mahkemelerine şikayet yoluna başvurulabileceği; icra müdürlüklerinin verdikleri kararlardan kendiliklerinden dönerek yeni bir karar vermeyeceklerini”,14

 

-       İcra dairelerinin icra işlerinde birinci derecede sorumlu oldukları yaptıkları işlemlerin bazılarında hiç takdir yetkisi bulunmadığı, takdir yetkisi tanınan hallerde takdir yetkisini kullanırken, ilgililerin menfaatlerini en iyi şekilde gözetmek zorunda oldukları ve yaptıkları işlemlerin yerin deliğinin denetiminin ancak şikayet yolu ile icra hakimliklerine ait yetki olduğu, icra müdürlüklerinin verdikleri karardan kendiliğinden dönerek yeni bir karar vermelerinin mümkün olmadığını”,15

 

-        “İcra dairelerinin icra işlerinde birinci derecede sorumlu oldukları yaptıkları işlemlerin bazılarında hiç takdir yetkisi bulunmadığı, takdir yetkisi tanınan hallerde takdir yetkisini kullanırken, ilgililerin menfaatlerini en iyi şekilde gözetmek zorunda oldukları ve yaptıkları işlemlerin yerin deliğinin denetiminin ancak şikayet yolu ile icra hakimliklerine ait yetki olduğu, icra müdürlüklerinin verdikleri karardan kendiliğinden dönerek yeni bir karar vermelerinin mümkün olmadığını”, 16

 

-        “İcra dairelerinin icra işlerinde birinci derecede sorumlu oldukları yaptıkları işlemlerin bazılarında hiç takdir yetkisi bulunmadığı, takdir yetkisi tanınan hallerde takdir yetkisini kullanırken, ilgililerin menfaatlerini en iyi şekilde gözetmek zorunda oldukları ve yaptıkları işlemlerin yerin deliğinin denetiminin ancak şikayet yolu ile icra hakimliklerine ait yetki olduğu, icra müdürlüklerinin verdikleri karardan kendiliğinden dönerek yeni bir karar vermelerinin mümkün olmadığını18

belirtmiştir.

            Ancak yüksek mahkeme, yukarıda tam metnini sunduğumuz kararında “icra memurunun kendi verdiği karardan dönemez ise de, önceki verdiği kararın dosya kapsamı ve yasa hükmüne uygun olmadığını fark etmesi halinde hatalı olan önceki kararından dönebileceğini” belirterek, her zaman olmasa bile ‘önceki kararının açıkça kanunun emredici hükümlerine aykırı olması halinde’, icra memuruna bu hatalı kararından dönme imkanını tanımanın daha isabetli olacağını düşünüyoruz…

***

-3-

Mahkemece “sıraya ilişkin şikayetin reddi ile kararın kesinleşmesi beklenmeksizin icra müdürlüğü’ne paranın dağıtılması hususunda müzekkere yazılmasına” karar verilmesinin, İİK.nun 142/a maddesine aykırı olduğu-…Şikayetçi vekili, “borçlu V....’nin borcundan dolayı Eskişehir 5. İcra 2013/… E. sayılı dosyası ile icra takibi başlattıklarını, borçlu adına kayıtlı taşınmazların haciz koyduklarını aynı zamanda borçlu aleyhine bir başka alacaklı tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile icra takibi yapıldığını ve borçlu adına kayıtlı taşınmazların Beylikova İcra Müdürlüğü'nün 2013/216 Tal. sayılı dosyasından 350.100,00 TL bedelle satıldığını, Beylikova İcra Müdürlüğü'nün 2013/258 E. sayılı dosyasından sıra cetveli düzenlendiğini, cetvelde müvekkiline 8. sırada yer verildiğini, müvekkilinin kamu tüzel kişiliğine sahip kurum olduğunu, bu nedenle 4. sırada yer alması gerektiğini” belirterek “sıra cetvelinin iptali ile 4. sıraya kaydını” talep ve dava etmiştir.

Şikayet olunan İ.... vekili “müvekkilinin şikayete konu sıra cetvelinde 1. sırada olduğunu, alacağını ilgili bankadan temlik aldığını, müvekkilinin Eskişehir 4. İcra Müdürlüğü'nün 213/408 E. sayılı dosyasından alacaklı olduğunu, söz konusu sıra cetveline itirazdan kaynaklanan şikayet davasında mahkemenin vereceği karar müvekkilinin alacağı ile ilgili olmayacağını, müvekkilinin maddi açıdan ağır mağdur olduğunu, şikayetin reddini” istemiştir.

Diğer şikayet olunanlar, usulüne uygun tebliğe rağmen şikayete cevap vermemişlerdir. Yargılama aşamasında “şikayetin reddini” istemişlerdir.

Mahkemece iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; Eskişehir Ticaret Borsasının takip alacağının imtiyazlı alacaklardan olduğuna ilişkin dosya kapsamında belge bulunmadığı, söz konusu takibin amme alacaklarının tahsili usulüne göre yapılmadığı göz önünde bulundurularak, “ispat edilemeyen ve bu koşulları taşımayan alacağa ilişkin imtiyaz ve buna bağlı sıraya ilişkin şikayetin reddi ile kararın kesinleşmesi beklenmeksizin Beylikova İcra Müdürlüğü'nün 2013/258 E. sayılı dosyasındaki paranın sıra cetvelindeki gibi dağıtılması hususunda müzekkere yazılmasına” karar verilmiştir.

Kararı, şikayetçi vekili temyiz etmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, şikayetçi vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2-Mahkemece hükmün (2) no'lu bendinde ‘kararın kesinleşmesi beklenmeksizin Beylikova İcra Müdürlüğü’ne paranın dağıtılması hususunda müzekkere yazılması’, İİK'nın 142/a maddesine aykırılık teşkil etmekte ise de, açıklanan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, sonucu itibariyle doğru olan kararın, HUMK'nın 438/7. maddesi uyarınca hüküm fıkrasının aşağıda yazılı olduğu şekilde düzeltilmesi suretiyle onanması gerekmiştir.

23. HD. 24.06.2016 T. E: 2015/6764, K: 3910 (Kaynak: www.e-uyar.com)

NOT: İcra mahkemesi kararlarının infazı (uygulanması) için -kural olarak- kesinleşmeleri gerekmez.1 Ancak, yüksek mahkeme zaman zaman bu konudaki ‘prensip kararına’ aykırı kararlar da vermektedir. Örneğin bir olayda; “tebligat usulsüzlüğü şikayetine ilişkin icra hukuk mahkemesi kararlarının kesinleşmeden uygulanmayacağını2 belirtmiştir.

            Yüksek mahkeme yukarıda tam metnini sunduğumuz bir başka kararında “Mahkemece ‘sıraya ilişkin şikayetin reddi ile kararın kesinleşmesi beklenmeksizin İcra Müdürlüğü’ne paranın dağıtılması hususunda müzekkere yazılmasına’ karar verilmesinin İİK.nun 142/a maddesine aykırı olduğu” nu -kanımızca da- isabetli olarak ifade etmiştir.

***

 

-4-

Üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına sahip olup, alacaklının, borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinin kabulü gerekirken, icra müdürlüğünce “borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından ve gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği” gerekçesiyle bu istemin reddine karar verilmesinin hatalı olduğu-…Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte alacaklının icra müdürlüğüne başvurarak borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinde bulunduğu, söz konusu istemin icra müdürlüğünün 06.11.2015 tarihli kararıyla ve “borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği” gerekçesiyle reddine karar verildiği, bu kararın şikayet edilmesi üzerine mahkemece “borçlunun annesinin alelade bir üçüncü kişi olmadığı, akrabalar arasında sarih bir hukuki işlemin varlığını ispat külfetinin iddia edene ait olduğu” gerekçesiyle “şikayetin reddine” karar verildiği görülmüştür.

İİK'nun 89. maddesinde düzenlenen “haciz ihbarnamesi” gönderilmesi, kanunun emreden hükmü olup, alacaklının talebi halinde icra müdürlüğünce bu talebin yerine getirilmesi gerekmekte olup, icra memurunun bu hususta taktir hakkı yoktur. Kaldı ki üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına da sahiptir.

O halde mahkemece “şikayetin kabulü ile yasaya aykırı müdürlük kararının kaldırılması” gerekirken, “şikayetin reddine” dair hüküm tesisi isabetsizdir.

12. HD. 19.09.2016 T. E: 3856, K: 19090 (Kaynak: www.e-uyar.com)

NOT: Alacaklının talebini kabul ederek «birinci haciz ihbarnamesi gönderilmesine» karar veren icra müdürünün, bu ihbarnameyi tüzel kişiliği bulunan üçüncü kişilere göndermesi gerekir.

Örneğin; tüzel kişiliği bulunmayan, T. Telekom A.Ş. Uşak İl Müdürlüğüne, Jandarma Genel Komutanlığına, Saymanlık Müdürlüğüne, Piyade Alayı Kantin Komutanlığına Yatırım Tesisleri Daire Başkanlığına, Batı limanı Metin Sabancı Kemik Hastalıkları Hastanesi Başhekimliğine, Milli Savunma Bakanlığı İç Tedarik Bölge Başkanlığı Saymanlık Müdürlüğüne, Tesisler ve Yatırımlar Dairesi Başkanlığına, Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığına, ... Piyade Tugay Komutanlığına, İstanbul Yaş Meyve ve Sebze Toptancı Hal Müdürlüğüne, Sağlık Bakanlığı yerine ….. Hastanesi Başhekimliğine, Milli Eğitim Bakanlığı yerine ….. İlköğretim Okulu Müdürlüğüne “birinci haciz ihbarnamesi” gönderilemez.

Tüzel kişiliği bulunmayan üçüncü kişilere “haciz müzekkeresi” gönderilmesi gerekir... “Haciz ihbarnamesi” gönderilemez... Bu konuda yapılacak şikayet süreye tâbi değildir.

Bakanlıkları, bulundukları yerlerde hazine vekilleri temsil ettiğinden, bakanlık adına tebligatın bu kişilere, Hazine vekili bulunmayan yerlerde mal müdürlüklerine tebligat yapılması gerekir. Hazine vekilleri (ve mal müdürlükleri) yerine; Karayolları Genel Müdürlüğüne, Emniyet Genel Müdürlüğüne, Menderes Gümrük Müdürlüğüne yapılan tebligat geçersiz olmaz (yapılan bu tebligatla birinci haciz ihbarnamesi kesinleşmiş olmaz).

Yeni yasal düzenleme ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı, özel bütçeli bir kuruluş haline getirilmiş olduğundan, üçüncü kişi sıfatıyla kendisine haciz ihbarnamesi gönderebilecektir.

Uygulamada önem taşıdığı için ayrıca belirtelim ki; alacaklı, borçlunun hak ve alacakları üzerine -İİK. mad. 78 uyarınca- doğrudan doğruya haciz konulmasını isteyebileceğinden, borçlunun üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarının üçüncü kişiye haciz yazısı veya -89. maddeye göre- haciz ihbarnamesi gönderilerek haciz edilmesi mümkündür.

İcra dairesinin gönderdiği «haciz yazısı»nı alan üçüncü kişi, icra mahkemesine başvurarak «gönderilen haciz yazısının İİK. mad. 89/I’de öngörülen haciz ihbarnamesinin özelliklerini taşımadığı» konusunda şikayette bulunamaz.1

            Buraya kadar yaptığımız açıklamalar doğrultusunda, yukarıda metnini sunduğumuz karardaki “Üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına sahip olup, alacaklının, borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinin kabulü gerekirken, icra müdürlüğünce ‘borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından ve gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği’ gerekçesiyle bu istemin reddine karar verilmesinin hatalı olduğu”nu vurgulayan görüş isabetlidir.

***

 

 

-5-

Alacaklının; takibin kesinleşmesinden sonra borçlunun üçüncü kişi nezdindeki (doğmuş) alacakları için 3.kişiye İİK.nun 78. ve müteakip maddeleri gereğince yazılacak bir “haciz yazısı” ile haciz konulmasını isteyebileceği gibi, İİK.nun 89.maddesine göre “haciz ihbarnamesi” gönderilmek suretiyle de haczini talep edebileceği, borçlunun, üçüncü kişi nezdinde ileride doğması muhtemel alacaklarının haczinin ise ancak İİK.nun 78. maddesi kapsamında gönderilecek “haciz yazısı” ile mümkün olduğu-…Alacaklı; takibin kesinleşmesinden sonra borçlunun üçüncü kişi nezdindeki alacakları için 3.kişiye İİK.nun 78. ve müteakip maddeleri gereğince yazılacak bir haciz yazısı ile haciz konulmasını isteyebileceği gibi, İİK.nun 89.maddesine göre haciz ihbarı gönderilmek suretiyle de haczini talep edebilir. Borçlunun, üçüncü kişi nezdinde ileride doğması muhtemel alacaklarının haczi ise ancak İİK.nun 78. maddesi kapsamında gönderilecek haciz yazısı ile mümkündür.

Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı, İİK.nun 106/2. maddesi gereğince menkul (taşınır) hükmünde olup, aynı kanunun 78. maddesi uyarınca yazılacak haciz müzekkeresiyle haczi mümkündür.

Kural olarak iki kişi arasında mevcut olan bir hukuki ilişkiye (temele) dayanan, henüz doğmamış olmakla birlikte ilerde doğması muhtemel bulunan alacaklara müstakbel alacak denir. Müstakbel (beklenen) ya da doğacak alacaklar için haciz ihbarı yada haciz yazısı gönderilebilmesi, üçüncü kişi ile borçlu arasında süregelen bir hukuki ilişkinin varlığına bağlıdır. Hukuki münasebetin varlığı ve bu ilişki nedeniyle borçluya ödenecek ve devamlılık arzeden bir alacağın bulunduğu hallerde, üçüncü kişiye haciz yazısı gönderilebilir. Müstakbel (beklenen) bir alacaktan bahsedilebilmesi için, bir hukuki ilişkinin (temelin) mevcut olması, bu hukuki ilişkiden doğacak alacağın cinsinin ve borçlunun (olayda borçlunun çalıştığı kurumun) belli olması yeterlidir. Alacağın miktarının belli olup olmaması veya böyle bir alacağın doğmama ihtimalinin bulunması önemli değildir. İşçiler ve memurların işveren nezdinde işleyecek ücret alacakları, müstakbel alacaklara örnek olarak gösterilebilir (Baki Kuru İcra ve İflas Hukuku EI Kitabı-sh 428 vd .. ). Kanun, ücret hacizlerinde, bu anlamdaki müstakbel alacakların haczedilebileceğini açıkça kabul etmektedir (İİK. 83, 355, 356.). Dolayısıyla borçlunun çalıştığı kurumdan ileride emekli olması halinde alacağı emekli ikramiyesine haciz konulması mümkün bulunmaktadır.

Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilke ve açıklamalar uyarınca İİK.nun 78.maddesine göre yazılacak haciz yazısı ile borçlunun ileride doğması muhtemel emekli ikramiyesi haczinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.

O halde İİK.nun 78.maddesine göre yazılan haciz yazısı ile borçlunun emekli ikramiyesine haciz konulmasında yasaya aykırılık bulunmadığından mahkemece şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, İİK'nun 89. maddesi uyarınca çıkartılmış haciz ihbarnamesi bulunmadığı halde yazılı gerekçeyle şikayetin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

12. HD. 19.01.2016 T. E: 2015/32106, K: 1358 Kaynak: www.e-uyar.com)

NOT: Üçüncü kişilerdeki «doğmuş» ya da «doğacak» (müstakbel) hak ve alacaklar, nasıl (İİK. mad. 89’a göre mi, yoksa İİK. mad. 78 veya 88’e göre mi) haczedilebilir?

Doğmamış olmakla beraber, -mevcut bir hukuki ilişkiye (temele) dayanarak, ileride doğması muhtemel bulunan- gerçekleşmesi umulan alacaklar da haczedilebilir.1 Yüksek mahkeme, bu konuya ilişkin kimi kararlarında2 «...Kural olarak, ileride doğması muhtemel bir hakkın haczi mümkün olmadığından, üçüncü kişiye ‘borçlunun nezdinde doğmuş ve doğacak hak ve alacakları üzerine haciz konulduğu’ şeklinde haciz ihbarnamesi gönderilmesi halinde, üçüncü kişinin sorumluluğunun ‘haciz ihbarnamesinin kendisine ulaştığı tarihteki mevcut durumla sınırlı olduğunu’...» belirtmişken, kimi kararlarında ise «...Müstakbel (beklenen ya da doğacak) alacaklar için haciz ihbarnamesi gönderilebilmesi üçüncü kişi ile borçlu arasında süregelen bir hukuki ilişkinin varlığına bağlıdır. Hukuki münasebetin varlığı ve bu ilişki nedeniyle borçluya ödenecek ve devamlılık arzeden bir alacağın bulunduğu hallerde, üçüncü kişiye İİK.’nun 89. maddesine göre haciz ihbarnamesi gönderilmesi gerekir... »3 «...Takip borçlusunun üçüncü kişideki müstakbel alacağının haczi mümkündür. Haciz sırasında alacağın doğmuş olması gerekmez, alacağın doğumunun ihtimal dahilinde bulunması yeterlidir... »4 demiştir.

Yine yüksek mahkeme (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu) «Haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihinde borçlunun davalı/üçüncü kişi banka nezdindeki mevduat hesabında bulunan miktar üzerine haciz uygulandığı, haciz ihbarnamesinde, doğacak alacaklar üzerine de haciz konulmuş olduğu bildirilmiş olmasına rağmen takip borçlusu ile davalı/üçüncü kişi banka arasında, banka nezdinde müstakbel alacak doğuracak (kira, istihkak, maaş vb) bir hukuki ilişkinin olmadığı, borçlunun banka nezdinde mevduat hesabı bulunmakla birlikte anılan mevduat hesabına düzenli (periyodik) olarak para yatırılmasının da söz konusu olmadığı açık olduğundan davalı/üçüncü kişi banka tarafından sadece haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihinde mevcut hesap bakiyesine haciz uygulanmasına ilişkin işlemin hukuka uygun olduğu»5 nu belirtmiştir.

Nihayet yüksek mahkeme (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi) son (çok yeni tarihli) içtihatlarında bu konuda oluşturduğu içtihat ile, aynı konuda Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin içtihatları arasında -«müstakbel alacaklar»ın haczi konusunda- çelişkili bir durum ortaya çıkmıştır.

Gerçekten;

a) Yargıtay 12. Hukuk Dairesi bu konuda önceki içtihatlarında;6 «kural olarak (kira alacakları gibi rutin ödemeler dışında) ileri doğacak hak ve alacaklar için haciz ihbarnamesinin gönderilemeyeceği, İİK.’nun 89. maddesi uyarınca üçüncü kişiye, borçlunun ‘doğmuş ve doğacak’ hak ve alacaklarının haczi için haciz ihbarnamesi gönderilmesi halinde, üçüncü kişinin sorumluluğunun sadece haciz ihbarnamesinin kendisine ulaştığı tarihteki mevcut fiili durumla sınırlı olduğu, buna karşın borçlunun üçüncü kişiler nezdinde ileride doğması muhtemel alacaklarının haczinin ancak İİK.’nun 78. maddesi uyarınca gönderilecek ‘haciz yazısı’ ile mümkün olabileceği; müstakbel bir alacaktan bahsedilebilmesi için, bir hukuki ilişkinin mevcut olmasının ve bu hukuki ilişkiden doğacak alacağın cinsi ile borçlunun belli olmasının yeterli olduğu, alacağın miktarının belli olup olmamasının veya böyle bir alacağın doğmama ihtimalinin bulunmasının önemli olmadığı...» belirtilmişken, sonraki içtihatlarında7 ise «İİK.’nun 89. maddesine göre üçüncü kişiye haciz ihbarı gönderilmek suretiyle borçlunun alacağının haczi durumunda, üçüncü kişi haciz ihbarının kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren 7 günlük sürede itiraz etmez ise borç zimmetinde sayılacaktır. Buna göre haciz ihbarı ile doğmamış bir alacağın haczinin istenmesi halinde, 3. kişinin geleceğe yönelik olarak alacağın doğup doğmayacağını bilmesi ve bu nedenle itiraz etmesi beklenemeyeceğinden, doğacak alacakların İİK.’nun 89. maddesine göre haczinin mümkün olmadığı kabul edilmelidir. Alacaklı borçlunun 3. kişi nezdinde doğması muhtemel bir alacağını haczettirmek istiyor ise bu amacına, İİK.’nun 88. maddesine göre haciz yazısı gönderilmek suretiyle ulaşabilir.

Buna göre üçüncü kişiye gönderilen haciz ihbarnamesinde doğmuş alacaklar yanında doğacak alacaklar ifadesinin de bulunması, haczin ihbarının, doğacak alacaklar yönünden İİK.’nun 89. maddesinde öngörülen sonuçları doğurmasına yol açmaz ise de aynı Kanunun 88. maddesi anlamında haciz yazısı gibi değerlendirilmesi gerekir. Bir diğer ifade ile üçüncü kişiye gönderilen haciz ihbarnamesinde, doğacak alacaklar ifadesinin bulunması ve bu ifadeye yönelik olarak üçüncü kişinin İİK.’nun 89. maddesinde öngörülen yasal sürede icra dairesine bir itirazda bulunmamış olması, doğmamış alacakların zimmetinde sayıldığı sonucunu doğurmaz. Haciz ihbarının tebliğinden sonra, üçüncü kişi nezdinde borçlunun bir alacağı doğar ise bunu icra dosyasına göndermesi gerekir. Ancak alacağın doğmaması durumunda ise herhangi bir şey yapması gerekmez.

Şu hale göre doğmamış alacaklar yönünden İİK.’nun 89. maddesine göre tebliğ edilen haciz ihbarı, üçüncü kişinin bu maddeye göre sorumluluğunu doğurmayacağı gibi, muhtemel alacakların haciz yazısı yazılmak suretiyle haczi de mümkün olduğundan üçüncü kişinin şikayetinin bu aşamada dinlenme olanağı yoktur.

Pek tabiidir ki haciz ihbarnamesinde, doğacak alacaklar ifadesinin bulunması ve bu ifadeye yönelik olarak üçüncü kişinin İİK.’nun 89. maddesinde öngörülen yasal sürede icra dairesine bir itirazda bulunmamış olması nedeniyle icra müdürlüğünce borcun zimmetinde sayılarak hakkında haciz kararı verilmesi halinde bu durum bir hakkın yerine getirilmemesi ile ilgili olduğundan, bu işleme karşı üçüncü kişinin İİK.’nun 6/2. maddesi uyarınca süresiz şikayet yoluna başvurması mümkündür...» denilmiştir.

Aynı Daire8 kimi kararlarında ise «...3. kişiye ‘doğacak alacakların haczi’ yönünden gönderilen haciz ihbarnamesinin, ‘haciz müzekkeresi’ sonuçlarını doğuracağını, 3. kişinin haczi müzekkeresinin gereğini yerine getirerek, daha sonra doğacak paraları icra dosyasına göndermesine yasal bir engel bulunmadığını...»

belirtmiştir.

b) Yargıtay 23. Hukuk Dairesi9 ise -kanımızca da isabetli olarak- «üçüncü kişilerde hak ve alacakların ne şekilde haczedilebileceği İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 89. maddesinde gösterilmiştir. Bu yola tevessül etmeden, sadece haciz tezkeresi ile konulan haciz aynı yasa’nın 88. maddesi kapsamında menkul haczi olarak nitelendirilebilir ve ancak mevcut bir hak ve alacak üzerine konulabilir; bir diğer ifade ile üçüncü kişi nezdinde doğacak (beklenen) alacakların tezkere yazılması suretiyle haczi mümkün değildir...» şeklinde Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin içtihatlarında kabul ettiği çözümden farklı ve  -kanımızca da daha isabetli- bir çözüm şekli önermiştir.

Kanımızca, üçüncü kişi ile borçlu arasındaki mevcut bir hukuki ilişki nedeniyle, borçlunun ileride (yakın/uzak bir tarihte) üçüncü kişi nezdinde doğabilecek alacağının -İİK. mad. 89’a göre- haczinin mümkün olabilmesi gerekir. Doğacak alacağın miktarının önceden bilinmemesi önem taşımaz. Örneğin; borçlu-müteahhidin alacaklıları, borçlunun yaptığı iş karşılığında, üçüncü kişi konumundaki Karayolları Genel Müdürlüğü’nden, belediyeden alacağı istihkakı üzerine -henüz istihkak düzenlenmeden- ve borçlu tarafından bankaya tahsile verilmiş senetlerin ödenecek bedelleri üzerine, borçlunun mevduatına ileride yatacak paraya, gönderilecek havalelere, borçluya ileride ödenecek ikramiye üzerine haciz koyabilmelidirler...

Yine «müstakbel alacakların haczi» konusuyla ilgili olarak yüksek mahkeme;

«3. kişilere haciz ihbarnamesi gönderilebilmesi için, kural olarak 3. kişi nezdinde borçlunun mevcut bir alacağının bulunması gerektiğini, ‘müstakbel’ (beklenen veya doğacak) alacaklar için haciz ihbarnamesi gönderilebilmesi için, 3. kişi ile borçlu arasında süre gelen bir hukuki ilişkinin bulunması gerekeceğini»10

«Borçlunun henüz doğmamış ve haciz tarihinde borçlu adına tahakkuk edip etmeyeceği bu aşamada bilinmeyen hak ve alacaklarının 3. kişiye haciz ihbarnamesi gönderilerek haczedilemeyeceğini»11

«Borçlunun ileride doğacağı kuvvetle muhtemel olan ‘emekli ikramiyesi’nin haczine yasal bir engel bulunmadığını»12

«Borçlunun henüz doğmamış olan kıdem tazminatı alacağı üzerine haciz konulamayacağını»13

«Borçlu ile üçüncü kişi arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca, ileride doğması muhtemel haklar için (ileride borçluya ait olacak katlar için) henüz borçlu adına kayıtlı olmayan, üçüncü kişiye (arsa sahibine) ait bulunan taşınmaz (daireler) üzerine haciz konulamayacağını»14 15 16

belirtmiştir.

Doğmuş ve fakat henüz günü gelmemiş (muacceliyet kazanmamış) (=müeccel) bir alacağın da haczi mümkündür.17 Mektubu veren banka ile muhatap arasında bir garanti sözleşmesi niteliğini taşıyan «teminat mektubu»ndan muhatap lehine ileride doğacak olan müstakbel alacak 89. maddeye göre, muhatabın alacaklıları tarafından haczedilebilir.18 19

İcra müdürü, 6352 s. Kanun’un kabul edilmesinden önce, «haciz edilmesi istenen hak ve alacağın İİK. 82 gereğince haczedilmemesi gereken haklardan olduğunu» ileri sürerek, kendiliğinden birinci haciz ihbarnamesi göndermekten kaçınamıyordu.20 6352 s. Kanunla İİK.’nun 82. maddesine son fıkra olarak «İcra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir.» şeklinde yeni bir hüküm eklenmiş olduğundan, artık icra müdürünün birinci haciz ihbarnamesi gönderilmesine yönelik talepler hakkında da kabul veya red kararı vereceğini kabul etmek gerekecektir. Ayrıca belirtelim ki; kendisine birinci haciz ihbarnamesi gönderilen üçüncü kişi de «kendilerinde bulunan borçluya ait paranın yasalar gereği haciz edilemeyeceğini» belirterek, bu para üzerine haciz koymaktan kaçınamaz.21 22

    Yüksek mahkeme, yukarıda sunduğumuz kararında “Alacaklının; takibin kesinleşmesinden sonra borçlunun üçüncü kişi nezdindeki (doğmuş) alacakları için 3.kişiye İİK.nun 78. ve müteakip maddeleri gereğince yazılacak bir haciz yazısı ile haciz konulmasını isteyebileceği gibi, İİK.nun 89.maddesine göre haciz ihbarı gönderilmek suretiyle de haczini talep edebileceği, borçlunun, üçüncü kişi nezdinde ileride doğması muhtemel alacaklarının haczinin ise ancak İİK.nun 78. maddesi kapsamında gönderilecek haciz yazısı ile mümkün olduğu”nu açıkça ifade etmiştir.

***

 

-6-

Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacaklarının menkul hükmünde olduğu- Borçlunun üçüncü kişideki hak ve alacaklarının haczi halinde, alacaklının, icra müdüründen takip yetkisi alarak, haczedilen hak ve alacağın tahsilini sağlaması gerektiği, borçlunun üçüncü kişilerdeki hak ve alacağının haczinde, ‘satış talebi’nden anlaşılması gerekenin, ‘İİK. mad. 120/2 uyarınca yetki talebinde bulunmak’ olduğu ve buna göre, alacaklının, hak ve alacağın haczinden itibaren İİK. mad. 106 uyarınca, 6 aylık sürede icra müdürlüğüne başvurarak, “İİK mad. 120/2 gereğince, kendisine yetki verilmesini talep etmesi” gerektiği, aksi halde İİK. mad. 110 uyarınca haczin düşeceği-…Alacaklı tarafından, genel haciz yolu ile başlatılan takibin kesinleşmesi üzerine, takip borçlusunun alacaklı olduğu 17 adet dosyadaki alacakları üzerine 17.04.2013 tarihli talep doğrultusunda haciz konulduğu, borçlunun, borçlu olduğu dosyanın işlemden kaldırılması ile süre aşımı nedeniyle alacaklı olduğu icra dosyalarındaki alacağı üzerine konulan haczin kaldırılması yönündeki 05.02.2015 tarihli talebinin icra müdürlüğünce reddedildiği, bu kararın şikayet konusu yapıldığı, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

İİK'nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde, taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. 02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile 2004 sayılı İİK.nun 106. maddesinde yapılan değişikliğin, anılan Kanun'un 106. maddesi gereğince, Kanun'un yayım tarihi olan 05/07/2012 tarihinden itibaren 6 ay sonra yürürlüğe gireceği düzenlenmiştir. 17.04.2013 günlü haciz tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 6352 sayılı Yasa ile değişik İİK'nun 106. maddesine göre; “Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir.” Aynı Kanun'un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Haczin, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, borçlunun 3. kişilerdeki alacakları nedeni ile başlattığı takip dosya alacaklarına, bir diğer anlatımla 3. kişilerdeki hak ve alacakları üzerine konulduğu anlaşılmıştır.

Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacakları İİK.’nun 106. maddesinin 2. fıkrası uyarınca menkul hükmündedir. Bu nedenle haciz hakkında İİK.’nun 106 ve 110. maddeleri uygulanır. Fakat borçlunun hak ve alacağının taşınır satışı gibi satışı söz konusu olmaz. İcra ve İflas Kanununda satışın dışında, özel paraya çevrilme usulleri düzenlenmiştir. Bunlardan birisi de İİK.’nun 120/2. maddesidir. Bu maddeye göre, borçlunun üçüncü kişideki hak ve alacaklarının haczi halinde, alacaklı, icra müdüründen takip yetkisi alarak haczedilen hak ve alacağın tahsilini sağlamalıdır. Bir diğer anlatımla haczedilen hak ve alacağı paraya çevirmelidir. İşte borçlunun üçüncü kişilerdeki hak ve alacağının haczinde, satış talebinden anlaşılması gereken, İİK.’nun 120/2. maddesi uyarınca yetki talebinde bulunmaktır. Buna göre, alacaklı, hak ve alacağın haczinden itibaren İİK.’nun 106. maddesinde öngörülen 6 aylık sürede icra müdürlüğüne başvurarak İİK.’nun 120/2. maddesine göre kendisine yetki verilmesini talep etmelidir. Aksi halde İİK.’nun 110. maddesi uyarınca haciz düşecektir.

Somut olayda, alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde icra müdürlüğüne başvurularak İİK.’nun 120/2. maddesine göre yetki talep edilmediği görülmekte olup, bu durumda İİK.’nun 110. maddesi uyarınca haciz düşmüş bulunmaktadır.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

12. HD. 20.10.2015 T. E: 12762, K: 25154 (Kaynak: www.e-uyar.com)

Not: Hacze iştirak etmiş olan (İİK. mad. 100-101) alacaklıların hepsi veya içlerinden bir veya birkaçı, borçlunun üçüncü kişideki çekişmeli ve borçlunun takip etmek istemediği alacağın tahsilini veya borçlunun üçüncü kişiye karşı sahip olduğu davayı takip yetkisinin kullanılmasını üzerlerine alabilirler (İİK. mad. 120/II).

Burada alacaklı (alacaklılar) borçlunun üçüncü kişideki alacağını ödeme yerine geçmek üzere değil, tahsil için devralmaktadırlar. Bu nedenle de, borçlunun haklarına halef olmazlar (İİK. mad. 120/II), sadece davayı takip yetkisini kullanarak üçüncü kişiye karşı dava açarlar veya takip’te bulunabilirler.1

Alacağın tahsil için devri de hacze iştirak eden bütün alacaklıların muvafakati ile mümkün olur (İİK. mad. 120/II).

Bu şekilde, alacağı tahsil için devralan alacaklının takip borçlusuna karşı olan alacaklarına halel gelmez (İİK. mad. 120/II). Başka bir deyişle, bu devir sonucunda, alacağı devralan alacaklının alacağı ödenmiş sayılmaz. Alacağı tahsil yetkisinin devri ile, alacaklının alacağı, bu alacak tahsil edilinceye kadar sona ermez.

İcra dairesi, alacağı tahsil için devralan alacaklıya, alacağın tahsil için devredildiğini ve bu konuda alacağın tahsili için gerekli işlemleri yapabileceğini belirten bir «belge» verir. Bu belgeye dayanarak alacaklı, borçlusuna karşı alacak davası açabilir ya da icra takibi yapabilir. Bu «dava» veya «icra takibi» sonucunda alacak tahsil edilirse, tahsil edilen paradan öncelikle dava açan ya da takip yapan alacaklı(lar) alacaklarını alırlar.

Alacağın tahsili için yapılan tüm giderler alacağı tahsil için devralan tarafından yapılır. Bu giderler, tahsil edilen paradan «ilk önce» ödenir (İİK. mad. 120/III). Bundan sonra artan para alacağın tahsil hakkını devralmış alacaklıya (alacaklılara) ödenir. Ondan sonra da, eğer para artarsa, bu para takip borçlusuna verilir.

Fakat, alacağı tahsil için devralan alacaklının yaptığı takip veya açtığı dava sonuçsuz kalır ve para tahsil edilemezse, yapılan masraflara alacaklı kendisi katlanır...

Bu hüküm, iflastaki İİK. mad. 245’in karşılığını teşkil etmektedir.2

Yüksek mahkeme «kendisine birinci haciz ihbarnamesi gönderilen kimsenin, bu haciz ihbarnamesine itiraz etmemesi halinde, malın yedinde ve borcun zimmetinde sayılacağını, üçüncü kişinin (gerçeğe aykırı da olsa) itirazı halinde dahi geçerli bir hacizden söz edilemeyeceğini ve alacaklının haklarını ancak İİK. mad. 89/4 ve 120/2 çerçevesinde koruyabileceğini»3 belirtmiştir.

Yine yüksek mahkeme yukarıda tam metnini sunduğumuz kararında; “Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacaklarının menkul hükmünde olduğu- Borçlunun üçüncü kişideki hak ve alacaklarının haczi halinde, alacaklının, icra müdüründen takip yetkisi alarak haczedilen hak ve alacağın tahsilini sağlaması gerektiği, borçlunun üçüncü kişilerdeki hak ve alacağının haczinde, satış talebinden anlaşılması gerekenin, İİK. mad. 120/2 yetki talebinde bulunmak olduğu ve buna göre, alacaklının, hak ve alacağın haczinden itibaren İİK. mad. 106 uyarınca, 6 aylık sürede icra müdürlüğüne başvurarak, İİK mad. 120/2 gereğince, kendisine yetki verilmesini talep etmesi gerektiği, aksi halde İİK. mad. 110 uyarınca haczin düşeceği”ni ifade etmiştir.

Bu yeni içtihat doğrultusunda artık borçlunun üçüncü kişideki hak ve alacağını haczeden alacaklı -bugüne kadar olduğu gibi- sessiz kalıp, üçüncü kişi tarafından “borçlunun kendisindeki alacağın ödenmesini” beklemeyecek, eğer üçüncü kişi böyle bir ödeme yapmazsa, üçüncü kişideki borçlunun alacağı üzerine koyduğu haciz -‘haciz tarihinden itibaren altı ay geçince’ düşecektir. Bu nedenle, borçlunun üçüncü kişideki hak ve alacağı üzerine haciz koyan alacaklı haciz tarihinden itibaren altı ay içinde, İİK. mad. 120/II uyarınca ‘haczettiği alacağın tahsili için’ icra dairesine başvurarak kendisine ‘yetki belgesi’ verilmesini talep edip bu alacağın tahsiline çalışmak zorundadır.

Yukarıda açıklanan İİK. mad. 120 hükmü yerine uygulamada, İİK. mad. 89 hükmü çok daha fazla tercih edilmektedir. İİK. mad. 89’un geniş ölçüde alacaklıyı himaye eden hükümler içermesi, İİK. mad. 120’yi adeta uygulanamaz hale getirmiştir.4 5

***

 

-7-

ü I- Taşınmazın usulüne uygun olarak haczedildiğinin kabullü için icra müdürlüğünce "haciz kararı" verilmesi yeterli olup, haczin geçerliği ve tamamlanmış sayılması için ayrıca tapu siciline şerh verilmesinin zorunlu olmadığı, tapuya haciz hususunun işlenmesinin "haczin kurucu unsuru" olmayıp, "bildirici" nitelik taşıdığı; bu nedenle süresinde satış istenip istenmediği, dolayısıyla satış tarihinde geçerli bir haciz bulunup bulunmadığı hususunun"haczin tapuya şerh verildiği tarih"e göre değil "haciz kararının verildiği tarih"e göre saptanması gerekeceği-

I- Mahkeme kararının onanmasını mutazammın 02/04/2015 tarih, 2014/33581 Esas - 2015/8169 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Sair karar düzeltme nedenleri  yerinde değil ise de;

Borçlunun diğer fesih nedenleri ile birlikte yasal süresi içinde satış istenmediğinden Konya 3. İcra Müdürlüğü'nün 2009/6791 Esas ve 2009/6789 Esas sayılı icra takip dosyalarında 02.10.2014 günü yapılan taşınmaz ihalelerinin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurduğu; mahkemece davanın ispat edilmediği gerekçesiyle istemin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Takip tarihi itibariyle uygulanması gereken İİK'nun 106. maddesi hükmü uyarınca; ''Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden nihayet bir sene ve taşınmaz ise nihayet iki sene içinde satılmasını isteyebilir.'' Aynı Kanun'un 110. maddesine göre ise; ''Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar."

Hemen belirtmek gerekir ki, yukarıda değinilen maddelerde yer alan satış isteme süreleri hak düşürücü nitelikte olup; icra müdürü satış talebinin öngörülen süreler içinde yapılıp yapılmadığını re'sen gözetmelidir. Satış isteme sürelerinin geçmesine rağmen, icra müdürünün satış talebini kabul etmesi, İİK'nun emredici nitelikteki anılan maddelerine aykırı bir durum yaratır.

Öte yandan, taşınmazın usulüne uygun olarak haczedildiğinin kabulü için icra müdürlüğünce haciz kararı verilmesi yeterli olup, haczin geçerliliği ve tamamlanmış sayılması için ayrıca tapu siciline şerh verilmesi zorunlu değildir. Konuya ilişkin tasarruf yetkisi kısıtlamalarının tapu kütüğüne şerh verilebileceğini hükme bağlayan  TMK’nun 1010. maddesi emredici nitelikte olmayıp, aynı maddenin son fıkrası uyarınca haciz şerhi verilmekle, taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir.  Tapuya işlenmesi, haczin kurucu unsuru olmayıp bildirici nitelik taşır. Ne var ki 3. kişilere karşı ileri sürülebilmesi için haczin tapu siciline işlenmesi gerekmektedir.

Somut olayda, ihale konusu taşınmazların her iki icra takip dosyasından 09.07.2009 tarihinde haczine karar verildiği ve aynı tarihte haciz müzekkeresi yazıldığı, Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından 12297 ve 12298 yevmiye ile 20.07.2009 tarihinde haciz şerhinin verildiği 11.07.2011 tarihinde satış talebinde bulunulduğu ve satış masrafının 15.07.2011 tarihli makbuzla yatırıldığı görülmektedir. Bu durumda, 09.07.2009 olan haciz tarihinden itibaren 2 yıl olan satış isteme süresi geçmiş olduğundan ihale konusu taşınmazlar üzerindeki haciz düşmüş bulunmaktadır.

O halde, mahkemece, İİK'nun 110. maddesi gereğince, 2009/ 6791 ve 2009/6789 Esas sayılı takip dosyalarında 02.10.2014 günü  ihaleleri yapılan mahcuz taşınmazlar üzerindeki haczin yasal sürede satış istenmediğinden kalktığı hususu dikkate alınarak, geçerli bir haciz olmaksızın satış kararı verilmek sureti ile yapılan ihalelerin feshine karar verilmesi gerekirken  haciz kararının verildiği tarih yerine haczin tapuya şerh verildiği tarihin haciz tarihi olarak kabulü ile satış isteminin yasal süresinde yapıldığından bahisle ihalenin feshi isteminin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup mahkeme kararının bu nedenlerle bozulması gerekirken Dairemizce onandığı anlaşılmakla borçluların karar düzeltme isteminin kabulüne karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Borçluların karar düzeltme isteminin  kabulü ile Dairemizin  02.04.2015 tarih ve 2014/33581 E. ve 2015/8169 K. sayılı onama ilâmının kaldırılmasına, mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA),  10/12/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12.HD.10.12.2015 T. E: 28857, K: 31140 (www.e-uyar.com)

 

ü II- Taşınmaz haczinin geçerliliği ve tamamlanması için, tapuya tescilini öngören bir zorunluluk bulunmadığı-

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki taraflarca istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklının kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla başlattığı takipte borçlu vekili, müvekkiline ait taşınmazın haline münasip meskeni olduğunu ve İİK’nun 82/1-12. maddesi gereğince haczedilemeyeceğini ileri sürerek haczin kaldırılması istemi ile icra mahkemesine başvurduğu; mahkemece, şikayetin kabulü ile borçlunun haline münasip meskeni alabilmesi için gereken 90.000,00 TL’den az olmamak üzere satılmasına, bu bedelin haline münasip mesken alması için borçluya verilmesine, artanın ise alacaklıya ödenmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Hüküm alacaklı ve borçlu tarafından temyiz edilmiştir.

1-Borçlunun temyiz itirazlarının incelenmesinde:

Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre borçlu vekilinin temyiz itirazlarının REDDİNE;

2- Alacaklının temyiz itirazlarının incelenmesine gelince:

İİK'nun 82/1-12. maddesinde yer alan haczedilmezlik şikayeti, İİK'nun 16/1. maddesi kapsamında yedi günlük süreye tabidir. Bu süre öğrenme tarihinden başlar.

Somut olayda, borçluya taşınmazının (meskeninin) haczine ilişkin 103 davetiyesi tebliğ edilmemiştir. Ancak, borçluya ait B...375 Ada ve 1 parsel no’lu taşınmazın icra müdürlüğünce alacaklı vekilinin talebi ile 13.10.2014 tarihinde ihtiyaten haczine karar verilip aynı tarihte bu hususta Nilüfer Tapu Sicil Müdürlüğü’ne haciz müzekkeresi gönderildiği, temyiz dilekçesi içeriğine göre borçlu vekilinin müvekkilinin icra takip dosya fotokopisini aldığını beyan ettiği, 16.10.2014 tarihinde icra müdürlüğünün haciz kararına ait icra tutanağı ile haciz müzekkeresinin icra dosyasında bulunduğu görülmektedir.

Taşınmazın ada ve parsel numarası da belirtilmek sureti ile icra müdürlüğünce taşınmazın haczine karar verilmekle haciz tamamlanmış olur. Bundan başka, haczin Tapu Siciline tescil edilip edilmemesi haczin tamamlanmış sayılması için zorunlu bulunmamaktadır.

Konuya ilişkin tasarruf yetkisi kısıtlamalarının tapu kütüğüne şerh verilebileceğini hükme bağlayan TMK’nun 1010. maddesi emredici nitelikte olmayıp, aynı maddenin son fıkrasına uyarınca haciz şerhi verilmekle, taşınmaz üzerinde sonradan kazanılan hakların sahiplerine karşı ileri sürülebilir. Ancak bu düzenleme, haczin geçerliliği ve tamamlanmış sayılması için tapuya şerh verilmesinin bir zorunluluk olduğunu göstermemektedir.

İİK’nun 79. maddesinde; “Resmi Sicile kayıtlı malların haczinin, takibin yapıldığı icra dairesince, kaydına işlenmek sureti ile doğrudan da yapılabileceğine” yönelik hüküm ise bu konuda taşınmazın bulunduğu yerin icra dairesine haciz talimatı yazılması konusundaki zorunluluğu ortadan kaldıran bir seçenek olarak düşünülmelidir. Hal böyle olunca, İİK’nun bu maddesinden kaynaklanan ve taşınmaz haczinin geçerliliği ve tamamlanması için tapuya tescilini öngören bir zorunluluk da söz konusu değildir. Ne var ki üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi için haczin tapu siciline işlenmesi gerekmektedir.

O halde, mahkemece; borçlunun içinde haciz kararı ve haciz müzekkeresi bulunan takip dosya fotokopisini alarak 16.10.2014 tarihinde taşınmazına haciz konduğunu öğrendiği halde İİK'nun 16.maddesi uyarınca yedi günlük şikayet süresini geçirdikten sonra 05.11.2014 tarihinde meskeniyet şikayetinde bulunduğu anlaşılmakla, şikayetin süreden reddi yerine işin esasına girilerek haczin kaldırılmasına karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.05.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 28.05.2015 T. E:2789, K:14586 (www.e-uyar.com)

Not: Yüksek mahkemenin yukarıdaki kararı düşündürücüdür.... Gerçekten Yargıtay 12. Hukuk Dairesi bu kararında; İİK.'nun 106. ve 110. maddeleri uyarınca satış isteme süresinin başlangıcının -"taşınmaz haczinin tapuya işlendiği tarih" değil- icra müdürünün, alacaklının talebi üzerine icra dosyasına yazdığı "taşınmazın tapu kaydının haczedilmesine" ilişkin verdiği karar tarihi olduğunu kabul etmiştir. Böylece alacaklının, taşınmazın haczedildiği hususunun tapuya işlendiği tarihten itibaren değil, icra müdürünün taşınmazın haczedilmesi konusunda verdiği karar tarihinden itibaren bir yıl içinde satış avansını yatırarak satış talebinde bulunması gerekecektir. Eğer alacaklılar (vekilleri); "tapuya haciz konulduğu tarih" ten itibaren bir yıl içinde satış avansını da yatırarak satış talebinde bulunurlarsa, çok defa icra memurunun verdiği satış kararından -bir veya iki gün- sonra haczin tapuya işlenmiş olması halinde bir yıllık satış isteme süresi geçmiş olacağından, yaptıkları satış talebi geçerli olmayacaktır. Alacaklıların (vekillerinin) bu çok önemli olan hususa dikkat etmeleri ve icra müdürünün verdiği "haciz kararı"ndan itibaren bir yılı geçirmeden satış avansını yatırıp satış istemeleri gerekecektir.

"Sıra cetveline yönelik itiraz ve şikayetleri" bugün temyizen inceleyen Yargıtay 23. HD. ise alacaklılara, tapuya haciz konulduğu tarih itibariyle sıra cetvelinde pay ayrılmasını istediğinden, bu Daire bakımından "taşınmazların haciz tarihi", icra memurunun verdiği 'haciz kararı tarihi' olmayıp, 'haczin taşınmazın tapu kaydına işlendiği tarih' olmaktadır.

Trafik siciline kayıtlı araçlar bakımından ise, "aracın fiilen haciz tarihi" ile "aracın trafik kaydına haciz konulması" arasında bir fark bulunmamakta ve hangi tarih daha önce ise, sıra cetveli bakımından bu tarih "ilk haciz tarihi" sayılmaktadır (Bknz: 23. HD. 24.05.2013 T. 1986/3483; 23.02.2012 T. 4455/1190; HGK. 03.12.2008 T. 19-731/735; 19. HD. 26.01.2006 T. 9425/467; 08.12.2005 T. 8171/12286; 24.11.2005 T. 6311/11552) (www.e-uyar.com).

***

 

-8-

ü I - Satışı talep edilen menkullerin yapılan ihalede alıcı çıkmaması üzerine satışın düştüğü, ancak İİK.'nun 106. maddesine göre altı aylık yasal süresi içerisinde yeniden satış talebinde bulunulması ve satış avansının yatırılması halinde, ayrıca İİK.’nun 129/son maddesi gereğince, ikinci ihalede alıcı çıkmaması nedeniyle satış talebinin düşmesinden itibaren 6 aylık satış isteme süresinin yeniden başlayacağı, alacaklının yasal altı aylık süre içerisinde yeniden satış talebinde bulunduğu anlaşıldığından, taşınırlar üzerindeki haczin düşmediği, dolayısıyla ‘şikayetin kabulüne’ karar verilmesi gerektiği-

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Şikayetçi alacaklı tarafından genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının, katılım olmadığından ihalenin düşürülmesi kararı sonrasında, taşınır malların yeniden satışa çıkarılması talebinin, icra müdürlüğünce taşınırlar üzerindeki haczin düştüğü gerekçesiyle 25.03.2015 tarihinde reddedilmesi üzerine, anılan kararın kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

17.01.2014 haciz tarihi itibari ile uygulanması gereken İİK.'nun 106. maddesinde; "Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir" hükmüne yer verilmiştir. Aynı Kanun'un 110. maddesinde ise; "Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse, o mal üzerindeki haciz kalkar" düzenlenmesi yer almaktadır.

Satış talebinin, yukarıdaki maddede öngörülen süreler içinde olup olmadığı hususu icra müdürü tarafından re’sen gözetilmeli; satış talebi, bu sürelerden sonra ise, reddedilmelidir. Bu nedenle, satış isteme süresinin geçmesi nedeniyle haczin kalkmış olmasına rağmen ihale yapılmış ise, yapılan bu ihalenin feshine karar verilmesi gerekir (Baki Kuru, İcra El Kitabı,s.520).

Somut olayda, satışa konu taşınırların fiilen 17.07.2014 tarihinde haczedildiği ve aynı tarihte satışının talep edilerek satış avansının yatırıldığı, menkullerin 05.01.2015 ve 23.01.2015 tarihlerinde yapılan ihalelerinde alıcı çıkmaması sebebiyle satışın düştüğü, alacaklı vekilinin tarihsiz dilekçesi ile mahcuz taşınırların yeniden satışa çıkarılması için satış talimatı yazılması talebi üzerine, icra müdürlüğünün 25.03.2015 tarihli kararıyla, taşınırlar üzerindeki haczin düştüğü gerekçesiyle satış talebinin reddine karar verildiği görülmüştür.

Alacaklının, İİK'nun 106. maddesine göre altı aylık yasal süresi içerisinde satış talebinde bulunduğu ve satış avansını yatırdığı, ayrıca İİK.nun 129/son maddesi gereğince, ikinci ihalede alıcı çıkmaması nedeniyle satış talebinin düşmesinden itibaren 6 aylık satış isteme süresinin yeniden başlayacağı gözetildiğinde, ikinci ihale tarihi olan 23.01.2015 tarihinden itibaren yasal altı aylık süre içerisinde yeniden satış talebinde bulunulduğundan taşınırlar üzerindeki haciz düşmemiştir.

O halde mahkemece alacaklının şikayetinin kabulü gerekirken, yazılı gerekçe ile reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.05.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 11.05.2016 T. E: 11294, K: 13958 (www.e-uyar.com)

 

ü II- İhalenin feshi yargılamasında; 2. artırmada alıcı çıkmaması nedeniyle taşınmaz satışının düşmesi üzerine yeniden başlayan 2 yıllık satış isteme süresi içinde yeniden satış talebinde bulunulduğundan bu durumda haczin düşmediği, kıymet takdir raporu da yenilenmiş olup, rapordan itibaren 2 yıllık süre içerisinde ihale yapıldığından, ‘ihalenin feshi isteminin reddine’ karar verilmesi gerekeceği-

Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlunun usulüne uygun yapılmadığını belirterek ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; taşınmazın tapu kaydı üzerine 09/02/2005 tarihinde icrai haciz konulduğu, alacaklı vekilinin satış avansını 26/02/2007 tarihinde icra veznesine depo ettiği, İİK.'nun 106. maddesinde öngörülen iki yıllık süre geçmiş olduğundan, satış tarihinden önce gayrimenkul üzerindeki haczin İİK.’nun 110.maddesi uyarınca kalkmış olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle ihalenin feshine karar verildiği görülmektedir. Somut olayın incelenmesinde;

Alacaklının, haciz tarihinden itibaren 2 yıllık süre dolmadan 06/02/2007 tarihinde satış avansını da yatırarak satış talebinde bulunduğu, bu tarihten sonra, yine süresi içerisinde 28.02.2008'de talebin yenilendiği mahkemenin 26/02/2007 tarihinde satış avansının yatırıldığına ilişkin tespitinin doğru olmadığı görülmektedir. Bu talep doğrultusunda yapılan, 05.08.2008 tarihli 2. artırmada satışın alıcı çıkmaması nedeniyle düşmesi üzerine yeniden başlayan 2 yıllık satış isteme süresi içinde 18/01/2010 tarihinde yeniden alacaklının satış talebinde bulunduğundan haczin düşmediği yeniden satış talebinde bulunulduğundan haciz de düşmemiştir. Kıymet takdir raporu da yenilenmiş olup rapordan itibaren 2 yıllık süre içerisinde ihale yapılmıştır.

O halde mahkemece, başka bir fesih sebebi bulunmadığından, istemin reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09/04/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 09.04.2015 T. E:5836, K:9272  (www.e-uyar.com)

Not: Yüksek mahkemenin “satış günü alıcı çıkmaması nedeniyle satışın düşmesi” üzerine, ‘alacaklının hangi sürede tekrar satış istemesi gerekeceği’ konusundaki yukarıdaki görüşü, -aşağıda sunulan- eski görüşünden farklıdır. Gerçekten; yüksek mahkeme bu konuda daha önce (Bknz: 12. HD. 09.07.2012 T. E: 16781, K: 24213) “alacaklının haciz tarihine göre başlamış ve satış talebinde bulunduğu tarihte kesilmiş olan satış isteme süresinden kalan süre içinde satış istemesi gerekeceğini”  -aşağıda sunulduğu gibi- belirtmekte iken ( ve Yargıtay 19. Hukuk Dairesi de bu doğrultuda içtihatta bulunmuşken “Bknz: Aşağıda; 19. HD. 22.11.2010 T.  9650/13083” ‘www.e-uyar.com’) yüksek mahkeme son içtihatlarında “alıcı çıkmaması nedeniyle satışın düşmesi halinde alacaklının satış isteme süresinin yeniden işlemeye başlayacağını” belirtmeye başlamıştır.

***

 

-9-

ü I - Haczedilen taşınmazın iki yıl (şimdi; bir yıl) içinde satışının istenmemesi halinde haczin düşeceği- İİK mad. 106 gereğince satış isteme süresinin duracağı durumların tahdidi olarak sayıldığı, sürenin durması durumunda, satış talebinin reddi ya da ihalenin alıcı çıkmaması nedeniyle düşmesi ya da feshedilmesi halinde düşme veya fesih kararının kesinleştiği tarihten sonra, ‘satış isteme süresinin kaldığı yerden işlemeye devam edeceği’, zamanaşımının kesilmesinde olduğu gibi yeni bir sürenin işlemeye başlamayacağı-İcra müdürünün, alacaklının satış talebini -henüz kıymet takdiri yapılmadığı, aracın yakalanmamış olduğu vb. gerekçeleriyle- reddetmesi halinde, bu ret kararının şikayet yoluyla bozdurulmamış olması halinde reddine karar verilmiş olan bir talep, yasaya uygun bir talep olarak (satış talebi olarak) kabul edilemeyeceğinden alacaklının süresinde satış talep etmemiş sayılacağı ve konulmuş olan haczin düşeceği-

Borçlu M. Y. G. aleyhinde kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibi yapıldığı 24.07.2003 tarihinde adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydına icrai haciz konulduğu, şikayetçinin ise 08.08.2011 tarihinde yapılan ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır.

İİK. nun 106 ve 110. maddeleri uyarınca haczedilen taşınmazın iki yıl içinde satışının istenmemesi halinde haciz düşer.

Somut olayda, taşınmazın tapu kaydı üzerine 24.07.2003 tarihinde icrai haciz konulduğu, alacaklı vekilinin 18.07.2005 tarihinde iki yıllık yasal süre dolmadan satış istediği, bu talebin icra müdürlüğünce kıymet taktiri yapılmadığı nedeniyle reddedildiği, alacaklı vekilinin 03.01.2008 tarihinde yeniden satış istediği, icra müdürlüğünce aynı gün satışa karar verildiği, icra mahkemesince satışın durdurulmasına karar verilmesi üzerine, alacaklı vekilinin 16.07.2008 tarihli satış talebinin yeniden kıymet taktiri yapılması gerektiği gerekçesiyle icra müdürlüğünce reddedildiği, 18.08.2009 tarihli satış talebinin de aynı gerekçelerle reddedildiği, 12.07.2010 tarihinde satış istendiği ve en son 08.06.2011 tarihli satış talebi doğrultusunda ihalenin yapıldığı görülmektedir.

İİK.’nun 106. maddesinde sürenin duracağı durumlar tahdidi olarak sayılmıştır. Sürenin durması durumunda, satış talebinin reddi ya da ihalenin alıcı çıkmaması nedeniyle düşmesi ya da feshedilmesi halinde düşme veya fesih kararının kesinleştiği tarihten sonra kalan süre kaldığı yerden işlemeye devam eder. Zamanaşımının kesilmesinde olduğu gibi yeni bir süre işlemeye başlamaz. Taşınmaz kıymet takdirine dair istem ve muameleler satıştan önceki satışa hazırlık mahiyetinde birer muamele olup açıkça satış talebi olmadıkça İİK. nun 106. maddesindeki süreyi durdurmaz (HGK. nun 17.5.1989 tarih 1989/12-266 E-1989/368 K sayılı kararı).

Buna göre alacaklı tarafından icra müdürünün satış taleplerini reddine dair kararları da icra mahkemesine şikayet yoluyla iptal ettirilmediğine göre haciz tarihinden sonra İİK.nun 106. maddesinde öngörülen iki yıllık süre geçmiş olduğunda, satış tarihinden önce gayrimenkul üzerindeki haciz, İİK.’nun 110. maddesi uyarınca kalkmıştır.

O halde mahkemece açıklanan nedenle ihalenin feshine karar verilmesi yerine yazılı gerekçeyle istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA)...

12. HD. 09.07.2012 T. E: 16781, K: 24213

*

ü II- Taşınmazların haczinden itibaren iki yıl içinde satışının istenmesi gerekeceği- Taşınmaz için gerçekleştirilen ikinci ihalede satışında alıcı çıkmazsa, satış talebinin düşeceği ve alacaklının satış düştükten sonra kalan sürede tekrar satış istemesi gerekeceği-

Mahkemece, davalının iki yıllık süre içinde satış istediği fakat bir kez satış istemekle haczin belirsiz bir zaman için uzayacağının kabul edilemeyeceği, satışın yapılamaması halinde alacaklının tekrar satış istemesi gerekeceği, kıymet takdirinin ise yeni bir haciz ya da satış talebi sayılamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekili tarafından temyizi üzerine Dairemizin bozma kararına karşı davacı vekilinin karar düzeltme istemiyle yeniden yapılan inceleme sonucu;

İcra ve İflas Kanunu'nun 106 ncı maddesine göre taşınmazların haczinden itibaren iki yıl içinde satış istenmesi gerekir; aksi takdirde haciz düşer (İİK. m.110). Somut olayda davalı yanın alacaklı olduğu takip dosyasından bedeli paylaşıma konu taşınmaz üzerine 29.06.2001 günü ihtiyati haciz konulmuş, bu haciz ödeme süresinin geçmesi ile 14.07.2001 günü kesin hacze dönüşmüş ve yasal iki yıllık süre dolmadan satış talep edilerek, masraf avansı da 24.06.2003 tarihinde yatırılmıştır (İİK. m. 59). Bu bakımdan mahkemenin yasal süre içinde satış istendiğine dair tespitinde bir hata bulunmadığından, davalının haczinin ayakta olduğunun kabulü gerekir.

İcra ve İflas Kanunu'nun 129 uncu maddesinin son cümlesine göre “ikinci satışta alacaklı çıkmazsa, satış talebi düşer”. Bu hükümden anlaşılması gereken satışın düşmesinden itibaren alacaklı, satış talebinde bulunduğu tarih itibariyle satış istemek için öngörülen süreden geriye kalan sürede satış isteyebileceğidir. Alacaklı satış düştükten sonra kalan sürede tekrar satış istemesi gerekir.

Dairemizin 06.10.2009 gün ve 2009/6640–8892 E. K. sayılı geri çevirme kararı ile ihale hakkında bilgi alınabilmesi amacıyla dosya mahalline geri çevrilmiş ise de, satışın yapıldığı Foça İcra Dairesi’nin 2001/191 Tal. sayılı dosyanın bulunamadığı bildirilmiştir.

Eksik inceleme ile hüküm kurulamaz. Mahkemece yapılacak iş, taşınmazın daha evvel ihaleye çıkartılıp çıkartılmadığı ve İcra ve İflas Kanunu'nun 129 uncu maddesi hükmü de gözetilerek delillerin toplanması ve davalının haczinin düşüp düşmediğinin belirlenmesinden ibaret olup, bu hususun gözden kaçırılması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir. Hükmün bu gerekçeyle bozulması gerekirken ilamda yazılı gerekçeyle bozulduğu anlaşıldığından karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün açıklanan gerekçeyle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davacının karar düzeltme isteminin kabulüne, Dairemizin 14.04.2010 günlü 2010/532 Esas-2010/4363 Karar sayılı bozma kararının değiştirilerek yerel mahkeme kararının açıklanan gerekçeyle BOZULMASINA, 22.11.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

19. HD. 22.11.2010 T. E: 9650, K: 13083 (www.e-uyar.com)

***

 

 

-9-

 

ü Yasal süresi içinde istenen satış talebinin, bu süre içinde geri alınması halinde, yeniden satış isteyebilme süresinin,  geri alınan (yani satışın düşürüldüğü) tarihten itibaren 6 ay/1 yıl olduğu-

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu icra mahkemesine yaptığı başvuruda; 15/09/2015 tarihli satış isteminin yasal iki yıllık süreden sonra olduğunu, bu durumda düşen hacze dayalı olarak yapılan ihalenin usulsüzlüğü nedeniyle feshi gerektiğini bildirmiş, mahkemece, şikayetin reddine yönelik karar borçlunun temyizi üzerine, Dairemizin 2015/9567 E. - 2015/14519 K. sayılı ilamı ile "İİK'nun 106. ve 110. maddeleri kapsamında inceleme ve değerlendirme yapılmak suretiyle oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi" gerektiğinden bahisle bozulmuş, bozmaya uyan mahkemece, satış isteme süresinin dolduğu, bu nedenle haczin kalktığı gerekçesiyle ihalenin feshine istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.

Somut olayın incelenmesinde; ihaleye konu taşınmaz üzerine, 25.04.2012 günü konulan hacizden itibaren yasal 2 yıllık süre içerisinde 21.04.2014 günü satış talebinde bulunulduğu, bu satış isteminin 12.09.2014 tarihinde geri alınması üzerine satışın düşürüldüğü, bu tarihten itibaren yeniden işlemeye başlayan 2 yıllık satış isteme süresi içerisinde 15.09.2014 tarihinde yeniden satış talebinde bulunulduğu görülmekle süresinde satış istenildiği ve haczin kalkmadığı anlaşılmaktadır.

Başka bir fesih sebebi de bulunmadığına göre mahkemece ihalenin feshi isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24/03/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 24.03.2016 T. E: 3382, K: 8833 (www.e-uyar.com)

Not: Yüksek mahkeme, yukarıdaki kararında “ … alacaklının süresi içinde satış talebinde bulunduktan sonra bu talebini geri alması (yani satışı durdurması) halinde, satışın düşürüldüğü (durdurulduğu) tarihten itibaren yeniden taşınırlarda; altı ay, taşınmazlarda ise bir yıl içinde satış isteyebileceğini” belirtmiştir. Halbuki, daha önce yüksek mahkeme kimi kararlarında bu durumda “alacaklının -altı aylık ve bir yıllık satış isteme süresinin yeniden işlemeye başlayacağını, haciz tarihinden itibaren işlemeye başlamış ve satış talebi ile kesilmiş olan satış isteme süresinin, satış talebinin daha sonra geri alınması halinde, alacaklının altı aylık ya da bir yıllık satış isteme süresinin kalan süresi içinde satış isteyebileceğini”                -doktrine[18] de uygun biçimde-  aşağıdaki şekilde belirtmişti:

ü I- Haciz tarihinden itibaren 1 ve 2 yıllık (şimdi, 6 ay ve 1 yıllık) süre içinde satış istemiş olan alacaklının, daha sonra satış talebini geri alması (satışı durdurması) halinde, haciz tarihinden itibaren 1 ve 2 yıllık (şimdi, 6 ay ve 1 yıllık) süre dolmadan (yani kalan süre içinde) yeniden satış istememesi halinde, haczin düşeceği-

"... Şikayet eden tarafından satışa konu gayrimenkul 09.11.2004 tarihinde hacze­dilmiş, şikayet edenin satış talebi 17.07.2006 tarihinde alıcı çıkmaması nedeniyle düş­müş, 02/02/2007 tarihinde ise gayrimenkul başka bir dosyadan satılmıştır. İcra ve İflas Kanunu'nun 110. maddesine göre bir malın satılması kanuni süre içerisinde İstenmez veya talep geri alınıp da bu müddet İçinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar. Dolayısıyla satış talep edildiğinde İİK'nın 106. maddesindeki sürenin durduğunun ka­bulü gerekir. Bu nedenle haciz tarihinden itibaren 2 yıl içerisinde gayrimenkulun satıl­ması gerektiği şeklindeki mahkemenin gerekçesi kanuna uygun değildir. Somut olayda, şikayet edenin haciz tarihinden, usulüne uygun satış talep ettiği tarihe kadar geçen süre İle satışın düştüğü tarihten gayrimenkulun başka bir dosyadan satışına kadar geçen sü­renin toplamının 2 yılı geçmesi halinde haczin düştüğünün kabulü gerekir.

Mahkemece yukarıda açıklanan hukuki esaslar çerçevesinde gerekli incelemelerin yapılarak varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, kanuna uygun olmayan gerekçe ile şikayetin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aylandır.

19. HD. 13.11.2008 T. E:2008/7413, K:2008/10955 (www.e-uyar.com)

ü II- Borçlunun taşınmazı üzerine haciz koydurmuş olan alacaklının -satış talep edip, bu talebini daha sonra geri almış olsa dahi- iki yıldan kalan süre içinde satış istememesi halinde, haczin düşeceği ve bu alacaklının sıra cetvelinde yer alamayacağı-

Davacı vekili, borçluya ait taşınmazın satışından sonra düzenlenen sıra cetvelinde davalıya pay ayrıldığını, haczi düşmüş olan davalıya pay ayrılmasının hatalı olduğunu ileri sürerek sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin alacaklı olduğu takip dosyasından 12.2.2001 tarihinde satış istendiğini, alıcı çıkmaması nedeniyle 27.4.2001 tarihinde satışın düştüğünü, 30.1.2003 tarihinde tekrar satış istendiğini, satış talebinin icra müdürlüğünce kabul edilmediğini, satış tarihinde de haczin geçerliliğini koruduğunu belirterek şikayetin reddini istemiştir.

Davalı banka satışa konu taşınmaza 14.12.1999 tarihide kesin haciz uygulamıştır. 1.2.2001 tarihinde satış talebinde bulunmuş, ancak bu talep 27.4.2001 tarihinde düşmüştür. Davalı banka 30.1.2003 tarihinde tekrar satış talebinde bulunmuşsa da, satış masrafı vermemiştir. İİK’nun 110. maddesine göre bir malın satılması kanuni süre içinde istenmez veya talep geri alınıp da bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar. Davalı bankanın satış talebinde bulunduğu tarihe kadar geçen süre ile satışın düştüğü tarihten usulüne uygun satış talep edildiği tarihe kadar geçen toplam süre iki yılı geçtiğinden haczi düşmüştür. Merci Hakimliğince bu yön gözetilerek şikayetin kabulü gerekirken, yazılı gerekçeyle reddinde isabet görülmemiştir.

19. HD. 16.9.2004 T. E: 2003/11832, K: 8799 (www.e-uyar.com)

ü III- Haciz tarihinden itibaren 1 ve 2 yıllık (şimdi, 6 ay ve 1 yıllık) süre içinde satış istemiş olan alacaklının, daha sonra satış talebini geri alması (satışı durdurması) halinde, haciz tarihinden itibaren 1 ve 2 yıllık (şimdi, 6 ay ve 1 yıllık) süre dolmadan (yani kalan süre içinde) yeniden satış istememesi halinde, haczin düşeceği-

Davacı vekili, «borçluya ait taşınmazın satışından sonra düzenlenen sıra cetvelinde müvekkiline pay ayrılmadığını, bu işlemin hatalı olduğunu» ileri sürerek «sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Erhan Bingöl vekili, «süresinde satış istemeyerek haczi düşen davacıya pay ayrılmamasında bir usulsüzlük bulunmadığını» belirterek «şikayetin reddini» istemiştir.

Merci Hakimliğince «iddia, savunma ve toplanan delillere göre davacının süresinde satış istediği, haczi düşmeyen davacıya öncelikle pay ayrılacağı» gerekçesiyle «şikayetin kabulüne» karar verilmiş, karar davalı Erhan Bingöl vekilince temyiz edilmiştir.

Bedeli paylaşıma konu taşınmaza davacı tarafından 16.3.1998 tarihinde haciz uygulanmıştır. Davacı alacaklı 13.3.2000 tarihinde süresinde satış talebinde bulunduktan sonra borçlunun 31.5.2000 tarihli 31.7.2000 de ödeme yapacağına ilişkin ödeme taahhüdünü alacaklının kabul etmesiyle satış isteme süresi kesilmiştir. 31.7.2000 tarihinde ödeme yapılmamış ve 20.1.2001 tarihli ödeme taahhüdünde bulunulmuştur. Davacı alacaklının 31.7.2000 tarihli taahhüdü ihalelerin sonra ilk satış isterken kalan süre içinde satış talebinde bulunması gerekirdi. Oysa davacı alacaklı tarafından İİK’nun 106 ve 110. maddelerde taşınmazlar için öngörülen iki yıllık satış isteme süresi dolduğundan davacının haczi düşmüştür. Merci Hakimliğince bu yönler gözetilerek «şikayetin reddi» gerekirken, yazılı gerekçeyle kabulünde isabet görülmemiştir.

19. HD. 17.4.2003 T. E: 671, K: 4070 (www.e-uyar.com)

ü IV- Haciz tarihinden itibaren 1 ve 2 yıllık (şimdi, 6 ay ve 1 yıllık) süre içinde satış istemiş olan alacaklının, daha sonra satış talebini geri alması (satışı durdurması) halinde, haciz tarihinden itibaren 1 ve 2 yıllık (şimdi, 6 ay ve 1 yıllık) süre dolmadan (yani kalan süre içinde) yeniden satış istememesi halinde, haczin düşeceği-

İİK’nun 106. maddesi hükmüne göre, alacaklı haczolunan mal menkul ise, hacizden nihayet bir sene içinde, gayrimenkul ise hacizden nihayet iki sene içinde, gayrimenkul ise hacizden nihayet iki sene içinde satılmasını isteyebilir. İİK’nun 110. maddesi de «bir malın satılması yasal süre içinde istenmez veya talep geri alınıp da bu müddet içinde yenilenmez ise o mal üzerindeki haciz kalkar» hükmünü içermektedir. 110. maddede ifade edilen «müddet» tabiri, satış talebinin hacizle başlayan menkul veya gayrimenkul mallar için bir ve iki yıllık süre içerisinde yapılması gerektiği anlamındadır. Yoksa, talebin geri alınıp sonradan yenilenmesi halinde ikinci bir tam süre başlamaz. Somut olayda haciz 10.3.1999 tarihinde yapılmış, satış 15.2.2000 tarihinde istenip, 20.3.2000 tarihinde satış talebi geri alınmıştır. Ardından 19.4.2001 tarihinde yeniden taşınmazın satışı istenmiştir. Diğer bir ifade ile ilk satış talebinden vazgeçilmesi nedeniyle en geç ikinci yılın bitim tarihi olan 10.3.2001 tarihine kadar talep yenilenmemiş olup iki yıldan sonraki bir tarihte satış talebi taşınmaz üzerindeki haciz düştükten sonradır. Bu hususlar gözetilmeden şikayetin reddine karar verilmesi isabetli değildir.

19. HD. 30.4.2002 T. E: 2001/1601, K: 3254 (www.e-uyar.com)

***

 

 

 

-10-

 

ü I- Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, bankalardaki hak ve alacaklar üzerine konulmuş olup, İİK'nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de, mahcuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, ‘paranın icra dosyasına -altı ay içinde- getirtilmesi talebi’nin, satış talebi gibi değerlendirilip buna göre inceleme yapılarak hüküm kurulması gerekeceği-

Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi E.Ö. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından borçlu hakkında kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan icra takibinde, borçlunun, takibin kesinleşmesinden sonra banka hesaplarına konulan haczin düşmüş olması nedeni ile haczin kaldırılması için icra müdürlüğüne talepte bulunduğu, müdürlükçe, para üzerine uygulanan hacizlerde İİK.nun 106–110 maddelerinin uygulanamayacağı gerekçesi ile talebin reddedildiği, borçlu vekilinin bu karara karşı şikayet yoluyla icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

İİK'nun "paraya çevirme" başlığını taşıyan 106. ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı, taşınır hükmündedir. Aynı Kanun'un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda; haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, bankalardaki hak ve alacaklar üzerine konulmuş olup, İİK'nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de, mahcuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebinin, satış talebi gibi değerlendirilip buna göre inceleme yapılarak hüküm kurulmalıdır.

O halde mahkemece, yukarıdaki ilkeler de nazara alınıp inceleme yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.04.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 19.04.2016 T. E: 9010, K: 11603 (www.e-uyar.com)

 

ü II- Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, borçlunun üçüncü kişi bankada bulunan hesabındaki paraya konulduğunda, bu paranın satılarak paraya çevrilmesinin söz konusu olmadığı, ancak İİK'nun 106. maddesinin son fıkrasına göre borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağının taşınır hükmünde olduğu, para alacağının haczinde ‘satış talebi’ söz konusu olmadığından, haczedilen paranın -altı ay içinde- icra dosyasına gönderilmesi talebinin ‘satış talebi’ yerine geçeceği-

Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Yeliz Aziz Peker tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından borçlu hakkında başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibinde, borçlu icra mahkemesine başvurusunda, takibin kesinleşmesinden sonra borçluya ait banka hesabına konulan haczin düşmüş olması nedeni ile hesaba konulan haczin kaldırılması için icra müdürlüğüne yapılan talebin, müdürlüğün 12.12.2014 tarihli kararıyla İİK.'nun 106 ve 110. maddeleri gereğince reddedildiğini ileri sürerek haczin kaldırılmasını istemiş, mahkemece para alacaklarının haczinde satış isteme sürelerinin söz konusu olmadığı gerekçesi ile şikayetin reddine karar verilmiştir.

İİK.'nun "paraya çevirme" başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, borçlunun üçüncü kişi bankada bulunan hesabındaki paraya konulduğunda, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu değildir. Ancak İİK.'nun 106. maddesinin son fıkrasına göre borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir. Para alacağı haczinde satış talebi söz konusu olmadığından haczedilen paranın icra dosyasına gönderilmesi talebi satış talebi yerine geçer.

Somut olayda, icra takibinin kesinleşmesi üzerine, borçlu Teta ... Ltd. Şti.'nin Yapı Kredi Bankası'ndaki hesabına haciz konulmasına ilişkin haciz müzekkeresine adı geçen bankaca verilen 18.06.2010 tarihli cevabi yazı ile borçlunun bankada herhangi bir hak ve alacağının bulunmadığı yönünde cevap verilmiştir. Bu durumda, mahkemenin para alacaklarının haczinde satış isteme süresinin söz konusu olmadığına ilişkin gerekçesi yerinde değil ise de; haciz müzekkeresinin bankaya ulaştığı tarih itibariyle uygulanmış bir haciz söz konusu olmadığından, mahkemenin şikayetin reddine ilişkin kararı sonucu itibariyle doğrudur.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının reddi ile sonucu doğru mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.'nun 366. ve HUMK.'nun 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), alınması gereken 27,70 TL  temyiz harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın temyiz edenden tahsiline, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17/11/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 17.11.2015 T. E: 16638, K: 28523 (www.e-uyar.com)

 

ü III- Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil, bankalardaki hak ve alacaklar üzerine konulmuş olup, İİK'nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre ‘borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde’ ise de, mahcuz para alacağı için ‘satış’ söz konusu olmadığından, paranın -altı aylık süre içinde- icra dosyasına getirtilmesi talebi, satış talebi gibi değerlendirilip, buna göre inceleme yapılarak hüküm kurulması gerektiği-

Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ebru Özdemir tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından başlatılan genel haciz yoluyla takibin kesinleşmesi üzerine, 3. kişilere 89/1 haciz ihbarnamesi gönderildiği, borçlular vekilinin 24/06/2014 tarihinde İİK'nun 106. ve 110. maddeleri gereğince haczin kaldırılması talebinin icra müdürlüğünce reddedildiği, borçlular vekilinin para alacaklarında da İİK'nun 106. ve 110. maddesindeki sürelerin uygulanması gerektiği iddiasıyla yeniden bankalarda bulunan hak ve alacaklar üzerindeki hacizlerin kaldırılmasını talep ettiği, icra müdürlüğünce talep hakkında daha önce karar verildiğinden yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği, borçluların bu kararlara karşı mahkemeye şikayet yoluna başvurduğu, mahkemece ilk müdürlük kararına karşı şikayet süresinin geçirildiği, sonraki talebe ilişkin olaraksa, müdürlükçe talep hakkında inceleme yapılarak karar verilmesi gerektiği belirtilerek 15/07/2014 tarihli müdürlük kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

İİK'nun 16. maddesine göre; "Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere, icra ve iflâs dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır. Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikayet olunabilir."

Somut olayda icra müdürlüğünün haczin kaldırılması talebinin reddine ilişkin ilk kararına karşı borçluların şikayeti, öğrenme tarihinden itibaren 7 günlük sürede olduğu gibi, bu talep İİK'nun 16/2 maddesi uyarınca süreye tabi de değildir.

Bununla birlikte borçluların icra mahkemesine başvurusu, para alacaklarında da İİK'nun 106. ve 110. maddelerinde öngörülen sürelerin uygulanması gerektiğine yönelik şikayet niteliğinde olup, yasal dayanağı İİK.nun 16. maddesidir. Aynı kanunun 17. maddesine göre; icra mahkemesince şikayetin kabulü halinde, şikayet olunan işlem ya bozulur veya  düzeltilir ya da memurun sebepsiz yapmadığı veya geciktirdiği işlerin icrası emrolunur.

İİK'nun "paraya çevirme" başlığını taşıyan 106. ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir. Aynı Kanun'un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda; haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankalardaki hak ve alacaklar üzerine konulmuş olup İİK'nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de mahcuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebi satış talebi gibi değerlendirilip buna göre inceleme yapılarak hüküm kurulmalıdır.

O halde mahkemece İİK.nun 17. maddesi gereğince yukarıdaki ilkeler de nazara alınarak şikayet konusu incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, uyuşmazlığa çözüm getirmeyecek biçimde yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ  : Borçluların temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 10.11.2015 T. E: 26749, K: 27420 (www.e-uyar.com)

 

ü IV- Üçüncü şahıstaki mevcut para alacağının da İİK'nın 110. madde hükmüne kıyasen hacizden itibaren bir yıllık (şimdi: altı aylık) süre içerisinde icra dosyasına celbinin istenmesi gerekeceği, aksi halde haczin düşeceği- Üçüncü kişi nezdinde bulunan alacak için haciz talebi halinde, haciz tarihi belirlenirken gözetilecek tarihin, haciz yazısının yazıldığı tarih değil, üçüncü kişiye ulaşıp, ‘kayda işlendiği tarih’ olduğu-

Taraflar arasındaki sıra cetveline şikayetin yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı şikayetin reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde şikayetçi vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Şikayetçi vekili, müvekkilinin şikayet dışı borçlu hakkında başlatılan İzmir 18. İcra Müdürlüğü’nün 2008/17784 E. ve 2008/17936 E. sayılı takip dosyalarında, borçlunun üçüncü kişi A. G. A.Ş. nezdinde doğan hak ve alacaklarına haciz konulduğunu, İzmir 20. İcra Müdürlüğü'nün 2008/6162 E. sayılı dosyasında, borçlunun A. G. A.Ş. nezdindeki 400.000,00 TL ile 866.080,82 TL için düzenlenen sıra cetvellerinde, şikayet olunan idareye pay ayrıldığını, oysa 6183 sayılı Yasa'nın 21. maddesi gereğince paraya çevrilmesi gerekli olmayan alacak haczine idarenin iştirakinin mümkün olmadığını, idarenin hacze iştirakinin aynı Yasa'nın 21. maddesinde yer alan özel hüküm uyarınca paraya çevrilmeden evvelki dönem ile sınırlandırıldığını ileri sürerek, sıra cetvellerinin iptaline, sıra cetvellerine konu alacağın müvekkili şirketin alacaklısı olduğu İzmir 18. İcra Müdürlüğü' nün 2008/17784 E ve 2008/17936 E. sayılı dosyaları ile L... Varlık Yönetimi A.Ş' nin alacaklı olduğu İzmir 20. İcra Müdürlüğü'nün 2008/6162 E. sayılı dosyaları arasında garameten paylaştırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Şikayet olunan vekili, paylaşıma konu para dağıtılıncaya kadar kati haczi bulunan müvekkili idarenin hacze iştirakinin mümkün bulunduğunu savunarak, şikayetin reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; nakit alacağın paraya çevrilmesi söz konusu olmadığından dağıtılıncaya kadar iştirak haczinin mümkün olduğu gerekçesiyle, şikayetin reddine karar verilmiştir.

Kararı, şikayetçi vekili temyiz etmiştir.

1)Şikayet, sıra cetvelindeki sıraya ilişkindir.

6183 sayılı Kanun'un 21/1 maddesi "Üçüncü şahıslar tarafından haczedilen mallar paraya çevrilmeden evvel o mal üzerine amme alacağı için de haciz konulursa bu alacak da hacze iştirak eder ve aralarında satış bedeli garameten taksim olunur..." hükmünü içermektedir. 6183 sayılı Kanun'un 21/1. maddesinde satıştan söz edildiği ve paranın satışının mümkün olmadığı düşünülebilirse de, para hacizlerinde satış tarihi, paranın dosyaya girdiği tarihtir. Para ve alacak hacizlerine ilişkin işlemler, kural olarak İİK'nın 88. maddesi hükmü uyarınca menkul mal hükümlerine göre yapılır. Borçluya ait nakit parayla karşılaşan icra memuru, İİK'nın 88. maddesi hükmü çerçevesinde bu parayı haczedebilir. Üçüncü kişinin elindeki bir paranın İİK’nın 89. maddesine göre değil de, taşınır hacizlerine ilişkin 88. maddesine göre haczedilmesinde, tıpkı taşınırlarda olduğu gibi, paranın somut olarak üçüncü kişi elinde mevcut olması gerekir. Henüz mevcut olmayan bir paranın taşınır hükümlerine göre haczine yasal olanak bulunmamaktadır. Üçüncü şahıstaki mevcut para alacağının da İİK'nın 110. madde hükmüne kıyasen hacizden itibaren bir yıllık süre içerisinde icra dosyasına celbinin istenmesi gerekir. Aksi halde haciz düşer ( Satış talebi, para hacizlerinde dosyaya celbinin istenmesi suretiyle yapılır.) Diğer yandan, üçüncü kişi nezdinde bulunan alacak için haciz talebi halinde, haciz tarihi belirlenirken gözetilecek tarih, haciz yazısının yazıldığı tarih değil, üçüncü kişiye ulaşıp, kayda işlendiği tarihtir.

Buna göre mahkemenin, nakit alacağın paraya çevrilmesinin sözkonusu olmadığı yolundaki gerekçesinde isabet bulunmamakta ise de, 866.080,82 TL'nin icra dosyasına girdiği 09.02.2009 tarihinden önce şikayet olunanın haciz yazısının 14.11.2008 tarihinde 3. kişiye ulaştığı anlaşıldığından, bu paylaşım ile ilgili sıra cetveli yönünden karar, sonucu itibariyle doğru olduğundan, şikayetçi vekilinin bu sıra cetveli ile ilgili temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2) Şikayetçi vekilinin 400.000,00 TL'lik sıra cetveline yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Somut olayda, borçlunun 3.kişide haczedilen 400.000,00 TL'lik alacağı 07.11.2008, 866.080,82 TL'lik alacağı 09.02.2009 tarihinde icra dosyasına girmiş olup, Vergi Dairesi'nin 11.11.2008 tarihinde 3. kişiye ulaşan haciz yazısı, 400.000,00 TL'nin icra dosyasına girdiği tarihten sonra olduğundan, Vergi Dairesi'nin 400.000,00 TL'nin paylaşımı ile ilgili sıra cetveline iştiraki doğru olmamıştır. Bu durumda mahkemece, 12.03.2012 tarihli 400.00,00 TL'nin paylaşımı ile ilgili sıra cetveli yönünden şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yanılgılı gerekçe ile şikayetin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ :Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, şikayetçi vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile kararın şikayetçi yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 19.06.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

23. HD. 19.06.2014 T. E: 2415, K: 4726 (www.e-uyar.com)

Not: Yüksek mahkeme (Yargıtay 12. Hukuk ve 23. Hukuk Dairesi) yukarıdaki içtihatlarında “İİK.’nun 106/II uyarınca; borçlunun üçüncü kişilerdeki alacaklarının menkul hükmünde olduğunu, haczedilen ‘para alacakları’nın satışının (paraya çevrilmesinin) söz konusu olmayacağını, ancak “üçüncü kişilerdeki (örneğin; bankalardaki) borçluya ait paraların icra dosyasına gönderilmesinin istenmesinin ‘satış talebi’ gibi değerlendirilmesi gerekeceğini, aksi takdirde para üzerinde konulan haczin düşeceğini” belirtmiştir. Daha önce bu tür uyuşmazlıkları (özellikle ‘sıra cetveline itiraz /şikayet üzerine verilen kararları temyizen incelemiş olduğu dönemde verdiği kimi kararlarında Yargıtay 19. Hukuk Dairesi ise bu durumda;

“Şikayet eden vekili, ‘Ankara 30. İcra Müdürlüğünün 2003/3736 sayılı dosyası üzerinden yürütülen ....... Bankası'nın icra takibi sonucu, 10.05.2003 tarihinde borçlu şirketin Enerji Bakanlığındaki alacaklarına haciz koydurduğunu, bir yıllık satış isteme süresi içinde satış talebinde bulunmadığı için haczin düştüğünü, yapılan haczin İİK.'nun 103. maddesi uyarınca borçluya tebliğ edilmemesi nedeniyle ....... Bankasına ödeme yapılamayacağını’  belirterek ‘sıra cetvelinin iptalini’ istemiştir.

Mahkemece ‘para alacaklarının haczinde satış isteme süresinin söz konusu olmadığı, haciz tutanağının İİK.'nun 103. maddesi uyarınca borçluya tebliğ edilmemesinin haczi geçersiz kılmadığı, 09.05.2005 tarihinde haczin ...... Bankasına ait ilk haciz olduğu’ belirtilerek ‘şikayetin reddine’ karar verilmiştir.

Şikayet eden vekili kararı temyiz etmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarını reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan icra mahkemesi kararının İİK.’nunun 366. maddesi uyarınca ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 21.03.2008 gününde oybirliği ile karar verildi (19. HD. 21.03.2008 T. E:516, K:2804) (www.e-uyar.com)”  diyerek ‘borçlunun üçüncü kişilerdeki para alacağı üzerine haciz konulmuş olması halinde paranın paraya çevrilmesi söz konusu olmayacağından para üzerindeki haczin  -altı ay içinde icra dosyasına getirtilmesi istenmese dahi-  düşmeyeceğini’ belirtmekteydi.

***

 

 

-11-

ü I- İİK’nun 128/a maddesine göre 2 yıl geçmedikçe yeniden kıymet taktiri istenemez ise de , hacizli taşınmaz üzerine sonradan konulan haczin “yeni bir haciz” olup, bu yeni haciz nedeniyle, İİK’nun 128/II maddesi uyarınca satışa esas olmak üzere yeniden kıymet taktiri yapılması gerekeceği-

Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Alacaklı tarafından başlatılan takibe karşı borçlunun, yapılan ihalenin usulsüz olduğunu ileri sürerek feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

İcra dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmaza 17/08/2011 tarihinde haciz konulduğu, ihaleye esas olan kıymet takdirinin 23/09/2013 tarihinde yapıldığı, alacaklının 13/12/2013 tarihli talebi üzerine talebi üzerine taşınmaza 20/12/2013 tarihinde yeniden haciz konulduğu, ancak yeniden kıymet takdiri yapılmadan 22/05/2015 tarihinde ihalenin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar İİK'nun 128. maddesine göre 2 yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez ise de hacizli taşınmaz üzerine sonradan konulan haciz yeni bir haciz olup bu haciz nedeniyle İİK'nun 128/2. maddesi uyarınca satışa esas olmak üzere yeniden kıymet takdiri yapılması ve belirlenen bu değerin satışa esas alınaması gerekir. Düşmüş hacze dayalı olarak belirlenen kıymet takdiri herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmaz. Bu hususun mahkemece re'sen gözetilmesi gerekir.

O halde mahkemece kalkmış (düşmüş) hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak yapılan ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.04.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 04.04.2016 T. E: 3158, K: 9736 (www.e-uyar.com)

 

ü II- Düşen hacze dayalı olarak belirlenen kıymet takdiri herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmayacağından, satışa esas alınmasının da mümkün olmadığı, bu hususun mahkemece re'sen gözetilmesi gerektiği ve “ihalenin feshine” karar verilmesi gerektiği-

Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Borçlunun, diğer fesih nedenlerinin yanı sıra haczin yenilenmesinden sonra yeniden kıymet takdiri yapılmadan satışın gerçekleştirildiğini ileri sürerek ihalenin feshini talep ettiği, mahkemece, davanın reddine karar verildiği görülmüştür.

İİK.nun 106 ve 110. maddeleri uyarınca iki yıllık sürede satış istenmemiş ise haciz kalkar. Öte yandan iki yıllık sürede satış istenmekle beraber alacaklı satış talebini geri alırsa süre kaldığı yerden devam eder.

Somut olayda taşınmaz üzerine 03.04.2012 tarihinde haciz konulduğu, 25.12.2013 tarihinde kıymet takdiri ve satış talebinde bulunularak 26.12.2013 tarihinde satış avansının yatırıldığı, 23.01.2014 tarihinde kıymet takdir işleminin yapıldığı, 22.04.2014 tarihinde satış talebinde bulunularak 29.04.2014 tarihinde ilave satış avansı yatırıldığı, borçlunun 23.06.2014 tarihinde borcun ödenmesi taahhüdünde bulunması üzerine, alacaklı tarafından 23.06.2014 tarihinde satışın düşürülmesinin talep edildiği, daha sonra iki yıllık sürede satış istenmediğinden ve İİK.nun 110. maddesi uyarınca haciz düştüğünden, 15.09.2014 tarihinde alacaklı vekili tarafından taşınmaz üzerine yeniden haciz konulmasının ve satışına karar verilmesinin talep edildiği, aynı gün satış avansının yatırıldığı anlaşılmıştır.

Bu durumda satış yeni konulan hacze dayanılarak yapıldığından, bu hacze göre yeniden kıymet takdiri yapılması ve satışın da bu yeni kıymet takdiri üzerinden gerçekleştirilmesi gerekirken, düşen hacze dayalı olarak belirlenen kıymet takdiri herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmayacağından, satışa esas alınması mümkün değildir. Bu hususun mahkemece re'sen gözetilmesi gerekir.

O halde 15.09.2014 tarihli haciz sonrası yeniden kıymet takdiri yapılması gerekirken, kalkmış hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak ihalenin yapılması usulsüz olup, mahkemece ihalenin feshine karar verilmesi yerine şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/11/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 03.11.2015 T. E: 20201, K: 26503 (www.e-uyar.com)

 

ü III- Mahkemece kalkmış (düşmüş) hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak yapılan ihalenin usulsüz olduğu-

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 03.11.2014 tarih, 28384/25760 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Meltem Duyan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Sair karar düzeltme nedenleri yerinde değil ise de;

Alacaklı tarafından başlatılan takibe karşı borçlunun, yapılan ihalenin usulsüz olduğunu ileri sürerek feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, şikayetin reddine ve para cezasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

Borçlunun taşınmazı üzerine 04/09/2009 tarihinde haciz konulduğu, alacaklının talebi üzerine 29/05/2013 tarihinde haczin yenilendiği, ihaleye esas olan kıymet takdirinin 03/07/2012 tarihinde yapıldığı, ihalenin ise 16/01/2014 tarihinde gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Alacaklının haczin yenilenmesi talebi ilk hacizden vazgeçme anlamına geldiğinden 29/05/2013 tarihli haciz sonrası yeniden kıymet takdiri yapılması gerekirken, düşmüş hacze dayalı olarak belirlenen kıymet takdiri herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmaz. Bu hususun mahkemece resen gözetilmesi gerekir.

O halde mahkemece kalkmış (düşmüş) hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak yapılan ihalenin usulsüz olduğu gözetilerek ihalenin feshi yerine şikayetin reddine karar verilmesi isabetsiz olup, kararın bu nedenle bozulması gerekirken Dairemizce onandığı anlaşılmakla borçlunun karar düzeltme isteminin kısmen kabulüne karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ  :Borçlunun karar düzeltme isteminin kısmen kabulü ile Dairemizin 03.11.2014 tarih ve 2014/28384 E. - 2014/25760 K. sayılı onama ilâmının kaldırılmasına, mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 02.04.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 02.04.2015 T. E:5245, K:8281 (www.e-uyar.com)

 

ü IV- Alacaklının 14.03.2014 tarihinde satış talebinde bulunduğu, bu durumda alacaklının satış talebinin 1 yıl geçtikten sonra olduğu, 16/01/2013 tarihinde konulan haciz İİK'nun 106 ve 110. maddesine göre kalkmış olduğundan, bu hacze dayalı olarak belirlenen kıymet takdirinin herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmayacağı, bu hususun mahkemece re’sen gözetileceği-

Borçlu, düşmüş olan hacze dayalı olarak yapılan kıymet takdirinin geçersiz olduğunu, yeniden kıymet takdiri yapılmadan gerçekleştirilen ihalenin usulsüz olduğunu ileri sürerek ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece istemin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Borçlunun taşınmazı üzerine 21/06/2012 tarihinde haciz konulduğu, alacaklının talebi üzerine 16/01/2013 tarihinde haczin yenilendiği, ihaleye esas olan kıymet takdirinin 22/03/2013 tarihinde yapıldığı ve 10/07/2014 tarihinde ihalenin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

16/01/2013 günlü haciz tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 6352 Sayılı yasa ile değişik İİK'nun 106. maddesinde; “ Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir. Aynı Kanunun 110.maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Alacaklının 14.03.2014 tarihinde satış talebinde bulunduğu, bu durumda alacaklının satış talebinin 1 yıl geçtikten sonra olduğu anlaşılmaktadır. 16/01/2013 tarihinde konulan haciz İİK.'nun 106 ve 110. maddesine göre kalkmış olduğunda, bu hacze dayalı olarak belirlenen kıymet takdiri herhangi bir hüküm ve sonuç doğurmaz. Bu husus mahkemece resen gözetilir.

O halde mahkemece kalkmış hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak ihalenin yapılması usulsüz olup ihalenin feshi yerine şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

12. HD. 05.03.2015 T. E:1870,K:4754 (www.e-uyar.com)

 

ü V- İİK'nun 128a/III. maddesi uyarınca her ne kadar "icra müdürlüğünce takdir edilen kıymet- hem taşınırlarda ve hem de taşınmazlarda- 'kural olarak' iki yıl süre ile geçerli" ise de; taşınmazların haciz tarihinden itibaren 'bir yıl', taşınırların ise 'altı ay' içinde 'satışının istenmemesi' veya 'müşteri (alıcı) çıkmaması nedeniyle satılamaması' ve satış isteme süresinin geçmiş olması halinde, konulmuş olan haczin düşmesinden sonra, aynı alacaklı tarafından yeniden haciz talep edilmesi üzerine, yeniden kıymet takdir edilerek satış talebinde bulunulması gerekeceği (yani; düşmüş olan haciz nedeniyle daha önce takdir edilmiş olan kıymetin esas alınarak satışın yapılamayacağı)-

Borçlunun ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir. 

İcra dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmaza 13.07.2010 tarihinde haciz konulduğu, ihaleye esas olan kıymet takdirinin 05.03.2013 tarihinde yapıldığı, alacaklının talebi üzerine taşınmaza 18.11.2013 tarihinde yeniden haciz konulduğu, ancak yeniden kıymet takdiri yapılmadan 15.05.2014 tarihinde ihalenin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar İİK'nun 128. maddesine göre 2 yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez ise de; 18.11.2013 tarihli haciz esas alınarak ihale yapıldığına göre, konulan son hacze dayanarak yeniden kıymet takdiri yapılması gerekirken, 13.07.2010 tarihli hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak ihalenin yapılması usulsüz olup, bu hususun mahkemece re'sen gözetilmesi gerekmektedir.

O halde mahkemece ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26/02/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 26.02.2015 T. E:1755, K: 4011 (www.e-uyar.com)

 

ü VI- İİK'nun 128a/III. maddesi uyarınca her ne kadar "icra müdürlüğünce takdir edilen kıymet- hem taşınırlarda ve hem de taşınmazlarda- 'kural olarak' iki yıl süre ile geçerli" ise de; taşınmazların haciz tarihinden itibaren 'bir yıl', taşınırların ise 'altı ay' içinde 'satışının istenmemesi' veya 'müşteri (alıcı) çıkmaması nedeniyle satılamaması' ve satış isteme süresinin geçmiş olması halinde, konulmuş olan haczin düşmesinden sonra, aynı alacaklı tarafından yeniden haciz talep edilmesi üzerine, yeniden kıymet takdir edilerek satış talebinde bulunulması gerekeceği (yani; düşmüş olan haciz nedeniyle daha önce takdir edilmiş olan kıymet esas alınarak satışın yapılamayacağı)-

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Borçlunun düşen hacze dayalı olarak yapılan kıymet takdiriyle satışın yapıldığını da ileri sürerek ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece  şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir.

İcra dosyasının incelenmesinde; ihale konusu taşınmazlara 23.10.2009 tarihinde haciz konulduğu, icra müdürlüğünce yaptırılan kıymet takdirine itiraz edildiği, Kocaeli 1. İcra Hukuk Mahkemesi'nin 2011/747 E. 2013/145 K. sayılı dosyasında 14.05.2012 tarihinde yapılan keşfe istinaden düzenlenen bilirkişi raporuna göre taşınmazların değerinin yeniden belirlendiği, 27.05.2013 tarihinde ihale konusu taşınmazlara yeniden haciz konulduğu ve 20.03.2014 tarihinde de ihalenin yapıldığı anlaşılmaktadır.

İİK'nun 128. maddesine göre 2 yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez ise de; 27.05.2013 tarihli haciz esas alınarak ihale yapıldığına göre, konulan son haciz nedeniyle yeniden kıymet takdiri yapılması gerekirken, 23.10.2009 tarihli hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak ihalenin yapılması usulsüzdür.

O halde mahkemece ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,  20.01.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 20.01.2015 T. E: 2014/34097, K: 1195 (www.e-uyar.com)

Not: Yüksek mahkeme yukarıdaki yeni görüşünün, İİK.’nun “kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren iki yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez.. şeklindeki 128a/III hükmü karşısında isabetli olup olmadığı tartışılabilir… Yeni benimsenen görüşe göre; eğer taşınmaz/taşınır üzerindeki haciz ‘satış istenmemesi veya satışta müşteri çıkmaması’ nedeniyle düşerse aynı alacaklı tarafından bu taşınmazın/taşınırın tekrar haczedilmesi halinde, taşınmaza/taşınıra yeniden kıymet takdiri yapılacak ve taşınmazın/ taşınırın daha önce takdir edilen kıymet esas alınarak satışa çıkarılamayacaktır.

***

 

 

-12-

ü I- Yeni 6102 s. TTK.’nun 133. maddesindeki düzenleme uyarınca, bir ‘sermaye şirketi’ olan limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısına -6762 s. eski TTK.’nun 145. maddesindeki düzenlemenin aksine-, ortağın ortaklık payının haczini ve paraya çevrilmesini isteme hakkının tanınmış olduğu- İcra müdürlüğü, alacaklı tarafından borçlunun üçüncü kişi limited şirketteki hissesinin haczi istendiğinde, borçlunun hisse haklarının, şirkete haciz yazısı tebliğ olunarak haczedilebileceği gibi icra memurunun mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini yapabileceği-

Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan icra takibinde borçlu Sebahattin Hundur'un 3. kişi Huntek İnşaat Or.Ür.Tic.Ltd. Şti. ve Hundurlar İnşaat San.Tic.Ltd.Şti'deki payının haczi için ticaret sicil memurluğuna müzekkere yazılmasına karar verilmesi üzerine, borçlu vekilinin icra müdürlüğü işleminin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece,  istemin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

6762 sayılı TTK.nun 145. maddesine göre, limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısı, şirket devam ettiği sürece haklarını borçlu şirket ortağının şahsi mallarından, şirket bilançosu gereği o ortağa düşen kar payından ve şirket fesholunmuş ise tasfiye payından alabilir. 6762 sayılı TTK'nun 522 ve 523.maddelerinde limited şirketlerde cebri icraya ilişkin koşullar düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler karşısında limited şirketlerde ortağın şahsi borcundan dolayı, ortaklık payının doğrudan haczi mümkün olmayıp, sadece ortağın kar payı, masraf ve avans alacağı veya tasfiye halinde, tasfiye bakiyesine katılma hakkı haczedilebilir. 6762 sayılı TTK'nun 522. maddesinde alacaklıya tanınan borçlu ortağın limited şirketteki hissesini haciz hakkı, satış isteme hakkından yoksundur. Zira,limited şirketlerde pay kural olarak bölünmez. Ancak, bunun istisnası devir veya miras yolu ile intikalde mümkün olup, pay önce bölünür, sonra devir veya intikal edilir. Ayrıca pay kavramı ortaklık hak ve yükümlülüklerinin tamamını ifade eder.

01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 133. maddesi 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinden farklı bir düzenlemeye yer vermiştir. Bu düzenlemeye göre, sermaye şirketlerinde alacaklılar, alacaklarını, o ortağa düşen kâr veya tasfiye payından almak yanında, borçlularına ait olan, senede bağlanmış veya bağlanmamış payların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun taşınırlara ilişkin hükümleri uyarınca haczedilmesini ve paraya çevrilmesini isteyebilirler. Haciz, istek üzerine, pay defterine işlenir.

Bunun dışında, alacaklılar, tüm ticaret şirketlerinde alacaklarını, ortağın şirketten olan diğer alacaklarından da alabilme ve bunun için haciz yaptırabilme yetkisini de haizdir.

Yapılan bu değişiklik sonucu, sermaye şirketi olan limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısına, 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinin aksine, ortağın ortaklık payının haczini ve paraya çevrilmesini isteme hakkı tanınmıştır.

Söz konusu değişiklik madde gerekçesinde; “6762 sayılı kanundaki sermayesi paylara bölünmüş şirketlerle anonim şirketlere ve hisse senetlerine özgülenmiş bulunan ikinci fıkra “sermaye şirketleri” ibaresi kullanılarak limited şirketleri ve senede bağlanmamış payları da kapsayacak tarzda genişletilmiştir. Haczedilecek ve paraya çevrilecek payın anonim, limited ve paylı komandit şirkete ait bulunması veya senede bağlanmış olup olmaması, herhangi bir hüküm farkı yaratmaz.” şeklinde açıklanmıştır.

Madde gerekçesinin devamında da belirtildiği üzere, hükmün diğer bir yeniliği, haczin ve paraya çevrilmenin hangi hükümlere göre yapılabileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. 6102 sayılı TTK.nun 133/2. maddesi gereğince, limited şirketlerde borçlu ortağın payı İcra İflas Kanununun taşınırlara ilişkin hükümlerine göre haczedilecektir. Bu durumda, icra müdürlüğü, alacaklı tarafından borçlunun üçüncü kişi limited şirketteki hissesinin haczi istendiğinde, borçlunun hisse haklarının, şirkete haciz yazısı tebliğ olunarak haczedilebileceği gibi icra memuru mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini yapabilir.

Burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus da şudur:

6102 sayılı TTK.nun 593/2. maddesinde getirilen bir diğer yenilikle limited şirketlerde, esas sermaye payının, ispat aracı olan bir senede veya nama yazılı senede bağlanabilmesine imkan tanınmıştır. Madde gerekçesinde, esas sermaye payını içeren nama yazılı senet çıkarılmasının, paya devir ve dolayısıyla dolaşım kolaylığı sağlamayacağı, 595 ve devamı hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiş ve bu olanağın, limited şirket esas sermaye payını, anonim şirket payına dönüştürmeyeceği ve yaklaştırmayacağı, sadece ispatı ile gereğinde -limited şirkete ilişkin hükümler çerçevesinde- payın devrinde bazı kolaylıklar sağlayabileceği belirtilmiştir.

O halde, limited şirketlerde pay senetleri birer ispat vasıtası niteliğinde olup, pay senedinin teslimi ile ortaklık hakkı devir ve temlik edilemez ve yine aynı nedenle bu haklar üzerine rehin ve haciz konulamaz. Pay senetlerinin kazanılması ile sermaye payı devralınmış olmaz. Esas sermaye payının devredilebilmesi 6102 sayılı TTK.nun 595 ve 596. maddesi hükümleri şartlarında mümkündür.

Buna göre pay senedinin teslimi ortaklık hakkının devrini sağlamadığından, pay senedinin haczedilmesi borçlunun, limited şirketteki ortaklık payının haczedildiği sonucunu doğurmaz. Yukarıda da belirtildiği üzere, ortaklık payı, limited şirkete haciz yazısının tebliği ile haczedilebileceği gibi icra memurunun mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek pay haczini yapması mümkündür.

Yapılan bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olaya gelince;

Alacaklı tarafından 14.08.2012 tarihinde borçlunun 3. kişi Huntek İnşaat Or.Ür.Tic.Ltd. Şti. ve Hundurlar İnşaat San.Tic. Ltd. Şti'deki hisselerinin haczi için Ticaret Sicil memurluğuna haciz müzekkeresi yazılması talep edilmiş, ticaret sicil memurluğu haczin sicil kayıtlarına tescil edildiğini bildirmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere haciz tarihi itibariyle yürürlükte olan 6102 sayılı TTK.nun 133/2. maddesi gereğince, borçlunun limited şirketteki ortaklık payının haczi mümkün olup, icra müdürlüğü, alacaklı tarafından borçlunun üçüncü kişi limited şirketteki hissesinin haczi istendiğinde, borçlunun hisse haklarının, şirkete haciz yazısı tebliğ olunarak haczedilebileceği gibi icra memuru mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini yapabilir. Şirket hisselerinin bu şekilde haczedilmesinden sonra ancak bildirimde bulunmak için ticaret sicil memurluğuna müzekkere yazılabilir.

Bu durumda mahkemece, yukarıda açıklanan nedenlerle şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,  01.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 01.04.2014 T. E: 7213, K: 9331 (www.e-uyar.com)

 

ü II- Yeni 6102 s. TTK.’nun 133. maddesindeki düzenleme uyarınca, bir ‘sermaye şirketi’ olan limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısına  -6762 s. eski TTK.’nun 145. maddesindeki düzenlemenin aksine-, ortağın ortaklık payının haczini ve paraya çevrilmesini isteme hakkının tanınmış olduğu- Limited şirketlerde borçlu ortağın payının İİK.'nun taşınırlara ilişkin hükümlerine göre haczedileceği, bu durumda, icra müdürlüğünün, alacaklı tarafından borçlunun üçüncü kişi limited şirketteki hissesinin haczi istendiğinde, borçlunun şirketteki payının, şirkete haciz yazısı tebliğ olunarak haczedilebileceği gibi, icra memurunun şirket merkezine bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini yapabileceği, limited şirketlerde ispat vasıtası olan pay senedinin teslimi ile ortaklık hakkının devir ve temlik edilemeyeceği ve nedenle bu hakların üzerine rehin ve haciz konulamayacağı, pay senedinin haczedilmesinin borçlunun, limited şirketteki ortaklık payının haczedildiği sonucunu doğurmayacağı-

Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takibe karşı, borçlu S. A.'ın, ortağı olduğu limited şirketteki payının haczine dair icra müdürlüğü işleminin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece,  istemin kabulüne karar verildiği  anlaşılmaktadır.

6762 sayılı TTK.nun 145. maddesine göre, limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısı, şirket devam ettiği sürece haklarını borçlu şirket ortağının şahsi mallarından, şirket bilançosu gereği o ortağa düşen kar payından ve şirket fesholunmuş ise tasfiye payından alabilir. 6762 sayılı TTK'nun 522 ve 523. maddelerinde limited şirketlerde cebri icraya ilişkin koşullar düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler karşısında limited şirketlerde ortağın şahsi borcundan dolayı, ortaklık payının doğrudan haczi mümkün olmayıp, sadece ortağın kar payı, masraf ve avans alacağı veya tasfiye halinde, tasfiye bakiyesine katılma hakkı haczedilebilir. 6762 sayılı TTK'nun 522. maddesinde alacaklıya tanınan borçlu ortağın limited şirketteki hissesini haciz hakkı, satış isteme hakkından yoksundur. Zira, limited şirketlerde pay kural olarak bölünmez. Ancak, bunun istisnası devir veya miras yolu ile intikalde mümkün olup, pay önce bölünür, sonra devir veya intikal edilir. Ayrıca pay kavramı ortaklık hak ve yükümlülüklerinin tamamını ifade eder.

01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı sayılı Türk Ticaret Kanununun 133. maddesi 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinden farklı bir düzenlemeye yer vermiştir. Bu düzenlemeye göre, sermaye şirketlerinde alacaklılar, alacaklarını, o ortağa düşen kâr veya tasfiye payından almak yanında, borçlularına ait olan, senede bağlanmış veya bağlanmamış payların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun taşınırlara ilişkin hükümleri uyarınca haczedilmesini ve paraya çevrilmesini isteyebilirler. Haciz, istek üzerine, pay defterine işlenir.

Bunun dışında, alacaklılar, tüm ticaret şirketlerinde alacaklarını, ortağın şirketten olan diğer alacaklarından da alabilme ve bunun için haciz yaptırabilme yetkisini de haizdir. 

Yapılan bu değişiklik sonucu, sermaye şirketi olan limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısına, 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinin aksine, ortağın ortaklık payının haczini ve paraya çevrilmesini isteme hakkı tanınmıştır.

Söz konusu değişiklik madde gerekçesinde; “6762 sayılı kanundaki sermayesi paylara bölünmüş şirketlerle anonim şirketlere ve hisse senetlerine özgülenmiş bulunan ikinci fıkra “sermaye şirketleri”ibaresi kullanılarak limited şirketleri ve senede bağlanmamış payları da kapsayacak tarzda genişletilmiştir. Haczedilecek ve paraya çevrilecek payın anonim, limited ve paylı komandit şirkete ait bulunması veya senede bağlanmış olup olmaması, herhangi bir hüküm farkı yaratmaz.”şeklinde açıklanmıştır.

Madde gerekçesinin devamında da belirtildiği üzere, hükmün diğer bir yeniliği, haczin ve paraya çevrilmenin hangi hükümlere göre yapılabileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. 6102 sayılı TTK.nun 133/2. maddesi gereğince, limited şirketlerde borçlu ortağın payı İcra İflas Kanununun taşınırlara ilişkin hükümlerine göre haczedilecektir. Bu durumda, icra müdürlüğü, alacaklı tarafından borçlunun üçüncü kişi limited şirketteki hissesinin haczi istendiğinde, borçlunun hisse hakları şirkete haciz yazısı tebliğ olunarak haczedilebileceği gibi icra memuru mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini yapabilir.

Burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus da şudur:

6102 sayılı TTK.nun 593/2. maddesinde getirilen bir diğer yenilikle limited şirketlerde, esas sermaye payının, ispat aracı olan bir senede veya nama yazılı senede bağlanabilmesine imkan tanınmıştır. Madde gerekçesinde, esas sermaye payını içeren nama yazılı senet çıkarılmasının, paya devir ve dolayısıyla dolaşım kolaylığı sağlamayacağı, 595 ve devamı hükümlerinin uygulanacağı ifade edilmiş ve bu olanağın, limited şirket esas sermaye payını, anonim şirket payına dönüştürmeyeceği ve yaklaştırmayacağı, sadece ispatı ile gereğinde -limited şirkete ilişkin hükümler çerçevesinde- payın devrinde bazı kolaylıklar sağlayabileceği belirtilmiştir.

O halde, limited şirketlerde pay senetleri birer ispat vasıtası niteliğinde olup, pay senedinin teslimi ile ortaklık hakkı devir ve temlik edilemez ve yine aynı nedenle bu haklar üzerine rehin ve haciz konulamaz. Pay senetlerinin kazanılması ile sermaye payı devralınmış olmaz. Esas sermaye payının devredilebilmesi 6102 sayılı TTK.nun 595 ve 596. maddesi hükümleri şartlarında mümkündür.

Buna göre pay senedinin haczi, pay senedinin teslimi ortaklık hakkının devrini sağlamadığından, borçlunun, limited şirketteki ortaklık payının haczedildiği sonucunu doğurmaz. Yukarıda da belirtildiği üzere, ortaklık payı, limited şirkete haciz yazısının tebliği ile haczedilebileceği gibi icra memuru mahalline (şirket merkezine) bizzat giderek, haczi şirkete tebliğ etmek ve pay defterine işlenmesini sağlamak suretiyle bu hususu tutanakla tespit ederek çıplak pay haczini yapabilir.

Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında;

Alacaklı tarafından ihtiyati haciz kararına dayanılarak icra müdürlüğünden haciz talebinde bulunduğu ve buna binaen  08.01.2013  tarihinde borçlunun ortağı olduğu limited şirketteki hissesinin haczine dair haciz yazısı gönderildiği, daha sonra kambiyo takibine geçildiği ve 11.03.2013 tarihinde yeniden haciz talebinde bulunduğu , icra müdürlüğünce haciz istemi kabul edilerek  şirkete haciz yazısı gönderildiği görülmektedir.

Yukarıda açıklandığı üzere haciz tarihi itibariyle yürürlükte olan 6102 sayılı TTK.nun 133/2. maddesi gereğince, borçlunun limited şirketteki ortaklık payının haczi mümkün olup, mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü isabetsizdir.

SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.11.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 28.11.2013 T. E: 30403, K: 37960 (www.e-uyar.com)

Aynı doğrultuda: 12. HD. 22.02.2014 T. E: 9590, K: 11864 (www.e-uyar.com)

                                       07.05.2013 T. E: 7955, K: 17423 (www.e-uyar.com)

Not: Eski 6762 s. TTK.’nun 145. maddesine göre, limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısı, şirket devam ettiği sürece haklarını borçlu şirket ortağının şahsi mallarından, şirket bilançosu gereği o ortağa düşen kar payından ve şirket fesholunmuş ise tasfiye payından alabiliyordu. 6762 sayılı TTK'nun 522 ve 523. maddelerinde limited şirketlerde cebri icraya ilişkin koşullar düzenlenmişti. Bu düzenlemeler karşısında limited şirketlerde ortağın şahsi borcundan dolayı, ortaklık payının doğrudan haczi mümkün olmayıp, sadece ortağın kar payı, masraf ve avans alacağı veya tasfiye halinde, tasfiye bakiyesine katılma hakkı haczedilebiliyordu. 6762 sayılı TTK'nun 522. maddesinde alacaklıya tanınan borçlu ortağın limited şirketteki hissesini haciz hakkı, satış isteme hakkından yoksundu.

01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı sayılı Türk Ticaret Kanununun 133. maddesi 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinden farklı bir düzenlemeye yer vermiştir. Bu düzenlemeye göre, sermaye şirketlerinde alacaklılar, alacaklarını, o ortağa düşen kâr veya tasfiye payından almak yanında, borçlularına ait olan, senede bağlanmış veya bağlanmamış payların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun taşınırlara ilişkin hükümleri uyarınca haczedilmesini ve paraya çevrilmesini isteyebilirler. Haciz, istek üzerine, pay defterine işlenir.

Bunun dışında, alacaklılar, tüm ticaret şirketlerinde alacaklarını, ortağın şirketten olan diğer alacaklarından da alabilme ve bunun için haciz yaptırabilme yetkisini de haizdir. 

Yapılan bu değişiklik sonucu, sermaye şirketi olan limited şirketlerde ortaklardan birinin kişisel alacaklısına, 6762 sayılı TTK.nun 145. maddesinin aksine, ortağın ortaklık payının haczini ve paraya çevrilmesini isteme hakkı tanınmıştır.

***

-13-

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ’NİN

“BORÇLUNUN TAŞINIR/TAŞINMAZ MALLARI ÜZERİNE HACİZ KOYAN ALACAKLININ -Bu haczi düşmeden veya feragat nedeni ile düşürülmeden- ÜZERİNDEKİ HACİZ DEVAM EDERKEN, AYNI TAŞINIRI/TAŞINMAZI TEKRAR HACZETTİREBİLECEĞİ” konusundaki yeni içtihatları:

I- “Alacaklı tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takibin kesinleşmesi üzerine, alacaklının talebi ile borçlunun taşınmazlarına 12.02.2014 tarihinde haciz konulduğu, alacaklının talebi üzerine taşınmazlara 23.01.2015 tarihinde yeniden haciz konulduğu, alacaklının icra takip dosyasında 03.02.2015 tarihinde talepte bulunarak 12.02.2014 tarihli haciz yönünden satış talep ettiği, icra memurluğunca, haciz devam ederken yeniden haciz konulmasının istenilmesinin, daha önceden konulan hacizden feragat anlamına geleceği ve hükümsüz kalacağı gerekçesiyle, 12.02.2014 tarihli haciz yönünden alacaklının satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının, satış talebinin reddine ilişkin icra memurluk işleminin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; icra hukukunda, haczin yenilenmesine ilişkin hukuki müessese bulunmadığı, 23.01.2015 tarihinde uygulanan haczin, ilk haczin devamı niteliğinde olmayıp, yeni bir haciz işlemi olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

İcra ve İflâs Kanunu'nda, taşınmaza birden fazla haciz konulmasında yasal engel yoktur. Somut olayda icra takip dosyasında, alacaklının ilk hacizden feragat ettiği yönünde bir beyanı bulunmamaktadır. Bir haktan feragatin açıkça yapılması gerekip, zımni feragat mümkün değildir. Dairemizin yerleşik içtihatları da bu yöndedir. Dolayısıyla, her iki haciz de geçerli olup, İİK'nun 106 ve 110. maddelerinin her iki haciz için ayrı ayrı değerlendirileceği tabiidir.

O halde mahkemece, şikayetin kabulü gerekirken, somut olay ile bağdaşmayan Dairemiz kararının emsal alınarak şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.12.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.” (12. HD. 24.12.2015 T. E: 20177, K: 32746) ( Kaynak: http://app.e-uyar.com/karar/index/ff7ad37c-355c-4641-b1e7-bd3036e693d0)

 

 

II-“Alacaklı tarafından genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine haşlandığı, borçlu adına kayıtlı taşınmazlar üzerine ihtiyati haciz konulduğu, borçlu vekilinin, itirazın iptali davasında karar verilmekle taşınmazlar üzerindeki ihtiyati haczin kesin hacze dönüşüp 2 yıllık satış isteme süresinin başladığını, icra müdürlüğünün iki yıllık süre dolmadan taşınmazlara yeniden haciz konulması işleminin doğru olmadığını ileri sürerek işlemin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece kesin hacze dönüşen ihtiyati haczin hukuki geçerliliği devam ederken, taşınmazlara yeniden haciz konulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle şikayetin kabulü ile 15.02.2012 tarihli hacizlerin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. İcra takip dosyasının incelenmesinde; alacaklı tarafından Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2009/1740 D.iş sayılı 10.11.2009 tarihli ihtiyati haciz kararı ile takibe başlandığı ve 11.11.2009 tarihli haciz yazısı ile borçlu adına kayıtlı taşınmazlar üzerine haciz konulduğu, haczin 12.11.2009 tarihinde tapu siciline işlendiği, örnek 7 numaralı ödeme emrinin 01.12.2009 tarihinde borçluya tebliğ edildiği, borçlunun yasal sürede itirazı üzerine takibin durduğu, alacaklı tarafından Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne açılan itirazın iptali davası sonunda, anılan mahkemenin 17.02.2001 tarih ve 2010/17 Esas-201 1/58 Karar sayılı kararı ile şikayetçi borçlunun itirazının kısmen iptaline karar verildiği, alacaklının 15.02.2012 tarihli talebi üzerine taşınmazlar üzerine yeniden haciz konulduğu ve haczin tapu siciline 20.02.2012 tarihinde şerh verildiği görülmüştür. İcra ve İflas Kanununda haczin yenilenmesi diye bir müessese mevcut olmayıp, aynı takip dosyasından olsa da konulan her haciz yeni bir hacizdir. Buna göre aynı taşınmaz üzerine birden fazla haciz konulmasını engelleyen bir yasa hükmü de yoktur. Taşınmazın üzerinde haciz varken, alacaklının talebi üzerine yeniden haciz konulması, önceki hacizden vazgeçildiği anlamına gelmez.

Somut olayda, itirazın iptaline karar verilmiş olmakla ve itirazın iptali ilamının infazı için kesinleşmesi de gerekmediğine göre, alacaklının talebi üzerine taşınmazlar üzerine ikinci kez haciz konulmasında yasaya aykırılık yoktur. O halde, mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü ile haciz işlemlerinin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.  

Sonuç: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK'nurı 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.” (12. HD. 09.06.2015 T. E: 5993, K: 16008) (http://app.e-uyar.com/karar/index/78879b7f-08f8-4bc9-bbd1-0dca3a73e730)

 

NOT: Yüksek mahkemece (Yargıtay 12. Hukuk Dairesince) ; uzun yıllar, takip konusu alacağından dolayı, dosyadaki alacağını karşılar miktarda borçlunun taşınır/taşınmaz mallarını haczettiren alacaklının “bu haczi, süresinde (İİK.m.106,110) satış istememesi nedeniyle düşmeden” veya “haciz, açıkça feragat nedeniyle kaldırılmadan” yeniden haciz talep etmesi mümkün görülmemekte idi…

Yüksek mahkeme, kısa bir süre önce “ borçlunun taşınmazına( taşınırına) alacaklı tarafından konulan haciz düşmeden, tekrar ‘aynı alacaklı tarafından’ haciz konulabileceği, ancak bu durumda alacaklının ilk haczinden feragat etmiş olacağı” ;

“Borçlunun murisinden intikal edecek hissesine haciz konulduktan sonra alacaklı İİK'nun 110. maddesinde yazılı süre içerisinde ortaklığın giderilmesi davası açmak amacıyla icra müdürlüğünden yetki belgesi talebinde bulunmuş olup, bu istemi satış talebi niteliğinde olduğundan haciz düşmemiş ise de, alacaklının daha sonra aynı taşınmaz hissesine 2. kez haciz koydurduğu görülmüştür. Bu talep ilk hacizden vazgeçme anlamına geldiğinden 14.06.2012 tarihli haciz sonrası yeniden kıymet takdiri yapılması gerekirken, düşmüş hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak ihalenin yapılması usulsüz olup ihalenin feshi yerine şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi bu nedenle doğru görülmemiştir. Düzeltilmesi istenen Yargıtay ilamıyla bunda atıf yapılan mahkeme kararında yazılı gerekçeler ve dosyada mevcut belgeler karşısında karar düzeltme isteği yerinde görülmediği gibi HUMK. nun 440. maddesinde yazılı dört halden hiç birine de uymadığından İİK.nun 366. ve HUMK.nun 442. maddeleri uyarınca (REDDİNE), takdiren 226,00 TL para cezası karar düzeltme isteyenden alınmasına, 52,40 TL karar düzeltme harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın karar düzeltme isteyenden tahsiline, 27.06.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.” (12. HD. 27.06.2014 T. E:15060, K:18915) (http://app.e-uyar.com/karar/index/1228c788-6ad2-435b-8745-e4e5baa54a78) şeklinde belirtmişti…

Nihayet, son iki kararında yüksek mahkeme “… borçlunun aynı taşınmazına, aynı dosyadan, aynı alacaklı tarafından, önceki haciz devam ederken yeniden haciz konulabileceğini, bu durumda alacaklının ilk haczinden -zımnen- feragat etmiş sayılma- yacağını, ikinci haczin,  ilk  haczin  devamı  niteliğinde kabul edilemeyeceğini, İİK.’nun 106 ve 110. maddelerinin her iki haciz içinde ayrı ayrı değerlendirileceğini” ifade etmiştir…

***

 

-14-

YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ’NİN
“KIDEM TAZMİNATI”, “İHBAR TAZMİNATI” VE “DİĞER SOSYAL HAKLAR”A DAYALI OLARAK AÇILAN ‘TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI’NDA, BU ALACAKLARIN DOĞUM TARİHİNİN ‘İŞ AKDİNİN FESHEDİLDİĞİ TARİH’ DEĞİL ‘İŞE GİRİŞ TARİHİ’ OLDUĞUNA DAİR YENİ İÇTİHATLARININ   (GÖRÜŞÜNÜN) DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ[19]

                                                                                             

            “Tasarrufun iptali davası”nın dinlenebilmesi için; ‘davacı-alacaklının alacağının dava konusu tasarruftan önce doğmuş olması’ gerekli midir? Başka bir deyişle; davacı-alacaklı ‘kendi alacağının doğum tarihinden önce yapılan tasarrufların iptalini’  isteyemez mi?

            Tasarrufun iptali davalarına ilişkin kararları temyizen incelediği dönemde Yargıtay 13. Hukuk Dairesi “iptal davasının açılabilmesi için, alacağın iptale tabi tasarruftan önce veya sonra doğmuş olmasının önemli olmadığını”[20] –mutlak olarak ve isabetli şekilde- belirmişken daha sonra bu kararları temyizen incelemeye başlamış olan Yargıtay 15. Hukuk Dairesi[21] ve bugün bu kararları temyizen incelemekte olan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi[22]  ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu[23] ısrarla “tasarrufun iptali davası açılabilmesi için davacı-alacaklının alacağının, iptale konu tasarruftan önce doğmuş olması gerektiğini”  belirtmiştir…

            Doktrinde[24] tartışmalı olan bu konu hakkında biz öteden beri “tasarrufun iptali davalarında davacı-alacaklının alacağını, iptale konu tasarruftan  önce   veya  sonra  doğmuş olmasının önem taşımaması gerektiği”  görüşünde olduğumuzu[25] belirtmekteyiz. Çünkü; tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için “tasarruf işleminin borcun doğum tarihinden önce yapılmış olması” bir ‘ön şart’ olarak alınırsa borçlular-bugün uygulamada çok sık karşılaştığımız gibi- bilinçli olarak (yaptığı tasarrufun iptal edilmemesini sağlamak için)  önce malvarlığını elden çıkarıp sonra  -bu durumunu bilmeyen ve bilmesi de mümkün olmayan- üçüncü kişilere borçlanırlar. Bugün bir kişi ile hukuki ilişkide bulunacak kimsenin, onun malvarlığı hakkında önceden bilgi sahibi olması, ülkemizde hemen hemen olanaksızdır. Bu amaçla kendisinden bilgi isteyen bir kişiye hangi banka ya da özel-resmi kuruluş olumlu yanıt verir. Tapu sicil müdürlüklerinde hala isme (soyadına) göre tutulmuş bir fihrist dahi yoktur. Bu davalar bankalar dışında herkes tarafından açılabildiğinden davacı-alacaklının “basiretli bir tacir gibi davranmadığı”, ‘ticari ilişkide bulunduğu kişinin malvarlığını önceden araştırmadığı’ da her olayda ileri sürülemez…

            Bu hususların İcra ve İflas Kanunu’nda yapılacak değişiklikleri belirleyerek yeni bir İcra ve İflas Kanunu hazırlamakla görevlendirilmiş olan bilim komisyonunca da değerlendirilmesini temenni ediyoruz…

             “Kıdem tazminatı”, “ihbar tazminatı” ve “diğer sosyal haklar”la ilgili olarak işverenden olan alacağını işverenin mevcut malvarlığından alamamış olduğu için, işverenin ‘bu borçlarını ödememek için yaptığı’ ‘kendisinden mal kaçırmak amacına yönelik’ tasarrufların iptali için açtığı tasarrufun iptali davasında davacı-alacaklının (işçinin) alacağı  hangi tarihte  doğmuş sayılacaktır? Başka bir deyişle bu durumda davacı-alacaklının (işçinin) alacağı “iş akdinin işveren tarafından feshedildiği tarihte”  mi yoksa  “işçinin, işe girdiği tarihte” mi doğmuş sayılacaktır? Eğer davacı-alacaklının (işçinin) alacağı “iş akdinin feshedildiği tarihte” doğmuş sayılırsa davacı-alacaklı, işverenin bu tarihten önce yaptığı mal kaçırma amacına yönelik tasarruflarının iptalini isteyemeyecek, buna karşın, davacı-alacaklının alacağının “işe girdiği tarihte”  doğmuş olduğu kabul edilirse, o zaman davacı-alacaklı (işçi) işverenin iş akdini feshettiği tarihten önce yaptığı mal kaçırma amacına yönelik tasarrufların iptalini isteyebilecektir…

            Yüksek mahkeme (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi), tasarrufun iptali davalarına ilişkin olarak yerel mahkemelerce verilmiş olan kararları temyizen incelediği dönemde;

“Davacının tasarrufun iptali amacıyla açtığı bu dava, ‘davacının kıdem tazminatı alacağının davanın karara bağlandığı 12.6.1991 günü doğduğu, oysa tasarrufun bu tarihten önce yapıldığı” görüşüyle reddedilmiştir. Halbuki, davacı, davalı borçlunun işyerinde hizmet akdine bağlı olarak çalışırken 30.12.1990’da işine son verilmiş ve böylece ihbar, kıdem ve diğer sosyal haklarına bu tarihte hak kazanmıştır. Öyle olunca mahkemenin ‘tasarrufun alacaktan önce doğduğuna’ ilişkin görüşünde isabet yoktur. Ne var ki, mahkemece davanın diğer şartları ve esası hakkında bir inceleme yapılmamıştır.

Bu durumda mahkemece, ‘borçlunun aciz halinin gerçekleşip gerçekleşmediği (İ.İ.K. 105. Mad.) ve tasarrufun alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla yapılıp yapılmadığı’ konusunda işin esasına girilerek ve toplanan delillerle değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddi doğru görülmemiştir.” (15. HD. 21.10.1993 T. E:2949,K:4135)

şeklinde içtihatta bulunmuşken, bugün yerel mahkemelerin bu konudaki kararlarını temyizen incelemekte olan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi ise;

-“Davacı alacaklı vekili, borçlu şirkette 01.02.2006 ve 15.01.2010 tarihleri arasında çalıştığını ve iş akdinin haksız feshi nedeni ile işçilik alacağı olduğunu, davalı borçlu şirketin dava konusu iş makinesini muvazaalı olarak diğer T. şirketine devrettiğinden bu devrin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, davacının, T. İnş. Ltd. Şti. bünyesinde çalışırken 15.01.2010 tarihinde iş akdinin fesh edildiği, Bafra 1. Asl. H. Mah.nin 2010/197 E. sayılı dosyasından işçi alacağı için dava açıldığı ve 04.08.2011 tarihinde karar verildiği, dava konusu aracın ise alacağın doğumundan 10 ay önce 09.03.2009 tarihinde satıldığı, tasarrufun borcun doğumundan önce alacağı engelleme kastı ile yapıldığının ispatlanamadığından bahisle reddine karar verilmiş; hüküm davacı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava İİK’nun 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasına ilişkindir.

Davacının alacağı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatilde çalışma türünden gerçekleşen alacağa ilişkindir. İş akdi, 15.01.2010 tarihinde feshedilmiş ise de kıdem tazminatı ve bir kısım işçi alacaklarının hesabında davacının işe girdiği 01.02.2006 tarihinden hesaplama yapıldığından, borcun doğumunun bu tarih olarak esas alınması gerekmektedir. Dairemizin yerleşmiş uygulaması da bu yöndedir.

Mahkemece, tasarrufun borcun doğumundan sonra yapıldığı kabul edilerek diğer deliller birlikte değerlendirildikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (17. HD. 25.05.2015 T. 2013/21071, K:7629)

ve

-“Davacı vekili ‘davalılardan G. Mühendislik Mak. İnş. Taah. Ve Tic. AŞ.’nin müvekkiline olan borcu nedeniyle hakkında yaptıkları icra takibi sırasında borcuna yetecek haczi kabil malının bulunmadığını, ancak kendisine ait 2 adet aracı adresi ve yetkili kişileri aynı olan diğer şirkete sattığını’ öne sürerek ‘satış işlemlerinin iptâlini’ talep etmiştir.

Davalılardan Y… Mühendislik AŞ. ‘davanın reddini’ talep etmiştir.

Mahkemece ‘davanın reddine’ karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemece ‘davanın kanıtlanamadığı’ düşüncesiyle reddine karar verilmişse de varılan sonuç, toplanan delillere ve yasaya uygun düşmemektedir. Tasarrufun iptâli davalarında davacı alacağının, tasarruf tarihinden önce gerçekleşmiş olması şartı gereklidir. Davacı alacağı kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatildeki çalışma bedeli türünden gerçekleşen alacaklardır. Davacı bu hakları için 4.10.2002 tarihinde dava açmıştır. Sözü edilen hak ve alacakların, 31.5.2001 tarihindeki iş akdinin feshedilmesinden geriye doğru olan dönemle ilgili olduğu kuşkusuzdur. Davalı borçlu araç satışlarını 23.1.2001’de gerçekleştirmiştir.

Bu hale göre araç satışları (iptâli istenen tasarruflar) davacı alacağının doğumundan sonra yapılmıştır. Mahkemece bu olgunun gözden kaçırılması isabetli değildir. Davalı borçlu anonim şirket, sözü edilen 2 adet aracını diğer davalı G. Mühendislik İnşaat Makine İmalat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’ne satmıştır. Satıcı ve alıcı şirketlerin unvanlarında son derece benzerlik bulunmaktadır. Ayrıca satıcı borçlu şirketin ortaklarından C. G., alıcı şirketin kurucu ortakları arasında yer almaktadır. Daha sonra da satın alan şirket unvan değişikliği yaparak Y.. Mühendislik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi adını almıştır. Araçların satış değerleri ile gerçek değerleri arasında önemli derecede fark bulunmaktadır. Açıklanan olgular ve toplanan deliller gözönünde bulundurulmalı, İİK’nun 277 ve müteakip maddelerindeki hükümler doğrultusunda değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.

Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA…” (17. HD. 10.07.2008 T. E:2790, K: 3912)

şeklinde   yani  “….kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatildeki çalışma ücreti türünden gerçekleşen alacakların ‘iş akdinin feshedilmesinden geriye doğru olan dönemle ilgili olduklarından’, bu alacakların doğum tarihinin işe giriş tarihi olduğunu”  kabul etmiştir.

            “Tasarrufun iptali davalarında, davacı-alacaklının alacağının iptali konusu tasarruftan önce ya da sonra doğmuş olmasının önem taşımadığı”  konusundaki görüşümüz  -bütün alacaklar hakkında-  benimseninceye kadar hiç olmazsa yukarıdaki kararlarda belirtilen işçi alacakları bakımından, bu alacakların “iş akdinin feshedildiği tarihte”  değil “işe giriş tarihinde”  doğduğunun kabul edilmesi isabetli olmuştur…

***

 

-15-

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ’NİN (ve HUKUK GENEL KURULU’NUN)  “Şirket ortaklarının, şirkete karşı üçüncü kişi sayılacakları ve kendilerine şirketin borçlarından dolayı HACİZ İHBARNAMESİ (İİK. mad. 89) gönderilebileceği” Konusundaki -Yeni Görüşü Doğrultusundaki- İçtihatları[26]

I- “Alacaklı tarafından yapılan ilamlı icra takibinde, borçlu Y. A. Elek. Mal. San. ve Tic. AŞ'nin hak ve alacaklarının haczi için şikayetçi 3. kişi E. V.'a sırasıyla İİK.nun 89. maddesi uyarınca 1, 2 ve 3. haciz ihbarnamelerinin tebliğ edildiği, adı geçenin, icra mahkemesine başvurusunda, borçlu şirketin ortağı olup, şirkete karşı üçüncü kişi sayılamayacağından, haciz ihbarnamelerinin iptalini istediği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.

 

Hukuk Genel Kurulu’nun, 11.05.2016 tarih ve 2014/12-1078 esas, 2016/1600 karar sayılı kararında, şirket ortağının İİK.nun 89. maddesi uygulamasında, şirket açısından 3.kişi sayılacağı ve şirket hakkına borçlu sıfatıyla yapılan icra takibi nedeniyle borçlu şirketin hak ve alacaklarının haczi için şirket ortağına İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilebileceği kabul edilmiştir.

 

Dairemizce, daha önce İİK.nun 89. maddesi açısından şirket ortağının, şirket yönünden üçüncü kişi kabul edilmemekte ise de anılan karar doğrultusunda içtihat değişikliğine gidilerek, Hukuk Genel Kurulu’nca kabul edilen ilke benimsenmiştir.

 

O halde şirket hakkında yapılan icra takibi nedeniyle şirket ortağı olan şikayetçiye İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığından, mahkemece şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. 12. HD. 13.06.2016 T. E: 310, K: 16690)”



 

II- “Alacaklı tarafından yapılan ilamlı icra takibinde, borçlu Y. A. Elek. Mal. San. ve Tic. AŞ'nin hak ve alacaklarının haczi için şikayetçi 3. kişi E. V.'a sırasıyla İİK.nun 89. maddesi uyarınca 1, 2 ve 3. haciz ihbarnamelerinin tebliğ edildiği, adı geçenin, icra mahkemesine başvurusunda, borçlu şirketin ortağı olup, şirkete karşı üçüncü kişi sayılamayacağından, haciz ihbarnamelerinin iptalini istediği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.

 

Hukuk Genel Kurulu’nun, 11.05.2016 tarih ve 2014/12-1078 esas, 2016/1600 karar sayılı kararında, şirket ortağının İİK.nun 89. maddesi uygulamasında, şirket açısından 3.kişi sayılacağı ve şirket hakkına borçlu sıfatıyla yapılan icra takibi nedeniyle borçlu şirketin hak ve alacaklarının haczi için şirket ortağına İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilebileceği kabul edilmiştir.

 

Dairemizce, daha önce İİK.nun 89. maddesi açısından şirket ortağının, şirket yönünden üçüncü kişi kabul edilmemekte ise de anılan karar doğrultusunda içtihat değişikliğine gidilerek, Hukuk Genel Kurulu’nca kabul edilen ilke benimsenmiştir. O halde şirket hakkında yapılan icra takibi nedeniyle şirket ortağı olan şikayetçiye İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığından, mahkemece şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. (12. HD. 06.06.2016 T. E: 312, K: 15834)”

 

III- “Alacaklı tarafından borçlu şirket hakkında kira sözleşmesine dayalı olarak ödenmeyen kira parasının tahsili ve tahliye istemli adi kiraya ve hasılat kiralarına ilişkin ilamsız icra takibi başlatıldığı; şikayetçiler vekilinin icra mahkemesine yaptığı başvuruda, şikayetçilerin ortağı olduğu takip borçlusu E. A. Otelcilik Turizm Ticaret Limited Şirketi aleyhine yapılan takipte, şikayetçilere İİK'nun 89. maddesi gereği haciz ihbarnamesi gönderildiğini, oysa şirket ortaklarının borçlu şirket yönünden üçüncü kişi sayılamayacağını ileri sürerek 02.03.2015 tarihli haciz ihbarnamelerinin gönderilmesine ilişkin kararın kaldırılmasına karar verilmesini istediği, mahkemece şikayetin kabulüne karar verdiği anlaşılmıştır.

 

İİK'nun 89. maddesine göre, hamiline ait olmıyan veya cirosu kabil bir senetle müstenit bulunmıyan alacak veya sair bir talep hakkı veya borçlunun üçüncü şahıs elindeki taşınır bir malı haczedilirse icra memuru; borçlu olan hakiki veya hükmi şahsa bundan böyle borcunu ancak icra dairesine ödiyebileceğini ve takip borçlusuna yapılan ödemenin muteber olmadığını veya malı elinde bulunduran üçüncü şahsa bundan böyle taşınır malı ancak icra dairesine teslim edebileceğini, malı takip borçlusuna vermemesini, aksi takdirde malın bedelini icra dairesine ödemek zorunda kalacağını bildirir (Haciz ihbarnamesi). Bu haciz ihbarnamesinde, ayrıca 2, 3 ve 4 üncü fıkra hükümleri de üçüncü şahsa bildirilir.

 

6102 sayılı TTK'nun 124. maddesinde limited şirketlerin sermaye şirketi olduğu, aynı Kanunun 125. maddesinde ticaret şirketlerinin tüzel kişiliği haiz olup Türk Medenî Kanununun 48 inci maddesi çerçevesinde bütün haklardan yararlanabilecekleri ve borçları üstlenebilecekleri, bu Kanunun 128. maddesinde ise her ortağın usulüne göre düzenlenmiş ve imza edilmiş şirket sözleşmesiyle koymayı taahhüt ettiği sermayeden dolayı şirkete karşı borçlu olduğu hükme bağlanmıştır.

 

E. A. Otelcilik Turizm Ticaret Limited Şirketi'nin borcu için 02.03.2015 tarihinde düzenlenerek 3. kişi sıfatı ile şikayetçilere gönderilen 89/1 haciz ihbarnamesinin incelenmesinde; "Borçlu şirketin nezdinizde doğmuş ve doğacak hak ve alacakları ile şirkete ödeme taahhüdünde bulunduğunuz ödemeniz gereken miktarın haczine karar verildiğinin" bildirildiği görülmektedir. Kural olarak, borçlunun her türlü mal ve hakkı haczedilebilir.

 

Haczedilmezlik için İcra ve İflas Kanunu’nda veya özel kanununda açık hüküm bulunması zorunludur. Diğer bir anlatımla bir mal veya hakkın haczedilemeyeceğinin kabul edilebilmesi için bu konuda açıkça bir kanun hükmünün varlığı veya maddi hukuk anlamında o mal veya hakkın satış ve devrine engel yasal bir düzenlemenin bulunması şarttır. Şirket ortağı, ortağı olduğu şirket tüzel kişiliğinden ayrı bir kişiliğe sahip olup, TMK anlamında gerçek kişi olduğundan şirkete göre 3. kişi sayılır. TTK'nun yukarıda açıklanan maddeleri uyarınca şirket ortakları, şirket sözleşmesiyle koymayı taahhüt ettiği sermayeden dolayı şirkete karşı borçlu olduklarından ve borçlu şirketin, şirket ortağındaki sermaye alacağının haczine engel yasal bir düzenleme de bulunmadığından sermaye alacağının haczi mümkündür. Kaldı ki, borçlu şirketin, 3. kişi şirket ortağı nezdinde sermaye borcu dışında tamamen özel hukuktan kaynaklanan ve paraya çevrilmesi mümkün, İİK'nun 89. maddesi kapsamında haczedilebilecek nitelikte başkaca hak ve alacaklarının bulunabileceği de kuşkusuzdur.

 

Dairemiz; şirket ortağı, borçlu şirket yönünden 3. kişi sayılamayacağından şirket ortağına 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilemeyeceği görüşünde iken, 11.05.2016 tarihinde verilen HGK'nun 2014/12-1078 Esas numaralı içtihadı doğrultusunda ve yukarıda açıklanan olgular karşısında Dairemizin değişen içtihadına göre; şirket ortağı, borçlu şirket bakımından 3. kişi sayılacağından şirket ortağı şikayetçilere 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilmesinde yasaya uymayan bir yön bulunmayıp mahkemece şikayetin reddine karar vermek gerekirken, şikayetin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. (12. HD. 02.06.2016 T. E: 1954, K: 15638)”

*

           

NOT: Yüksek mahkeme (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi) -11.05.2016 tarihinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca verilmiş (ve henüz, tüm genel kurula katılanlar tarafından imzalanmadığı için yayımlanmamış) olan karara atıfta bulunarak- “‘bugüne kadar 89. maddenin uygulanmasında Dairece şirket ortağının, şirkete karşı üçüncü kişi sayılmayacağı’ kabul edilmekte iken, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca ‘şirket ortağının, şirket açısından üçüncü kişi sayılacağı ve şirketin alacakları tarafından, şirket ortağına haciz ihbarnamesi gönderilebileceği’ doğrultusundaki yeni görüşüne paralel olarak içtihat değişikliğine gittiklerini belirterek ‘şirket hakkında yapılan icra takibi nedeniyle şirket ortaklarına, şirket alacakları tarafından İİK.nun 89.md uyarınca haciz ihbarnamesi gönderilebileceğini’ ” ifade etmiştir…

 

Gerçekten, yüksek mahkeme bugüne kadar, “şirket ortağının ister ‘sermaye (apel) borcundan dolayı’ ister ‘özel hukuk ilişkisinden doğan herhangi bir borcu -örneğin; kooperatiflerde ‘aidat borcu’- nedeni ile’ şirket ortağına ‘haciz ihbarnamesi’ gönderilemeyeceğini, aksi davranışın ‘süresiz şikayet’e neden olacağını” aşağıdaki şekilde belirtmişti:

 

-          12. HD. 14.02.2011 T. E: 2010/20895, K:435

 

-          12. HD. 15.04.2010 T. E: 2009/26814, K: 9336

 

-          12. HD. 22.09.2008 T. E: 12445, K: 16262 

 

-          12. HD. 21.04.2008 T. E: 5994, K: 8329

 

-          12. HD. 27.11.2007 T. E: 19782, K: 22194

 

-          12. HD. 16.11.2007 T. E: 18459, K: 21392

 

-          12. HD. 15.10.2007 T. E: 15611, K: 18624

 

-          12. HD. 07.05.2007 T. E: 6642, K: 9131

 

-          12. HD. 26.04.2007 T. E: 5637, K: 8226

 

-          12. HD. 13.12.2005 T. E: 21013, K: 24994

 

-          12. HD. 18.10.2005 T. E: 16517, K: 20224 

 

-          12. HD. 28.06.2005 T. E: 10552, K: 13982

 

Bu son (yeni) içtihat değişikliği’nden önce doktrinde limited şirketlerin (TTK.m.344/(1), 585) -ve ‘anonim şirketler’in ( TTK. m. 344/1)- kuruluşundan ödenmemiş olan sermaye alacağının, şirket alacaklıları tarafından haczedilip edilemeyeceği” hususu tartışma konusu olmuş ve kimi hukukçular[27] limited şirketin borçlarından dolayı, şirketin ortaklarda olan bakiye sermaye alacağının haczedilemeyeceğini[28] kimi hukukçular ise[29] “limited şirketin alacaklıları tarafından, şirketin ortaklarda bulunan bakiye sermaye alacaklarının haczedilebileceğini”[30] ifade edilmişti.

 

Yüksek mahkeme yukarıda sunulan yeni (son) içtihatlarında, doktrindeki bu tartışmaya       -ikinci görüş doğrultusunda- son vermiştir…        

 

***

 

 

-16-

“Tebligat usulsüzlüğü şikayeti”ne ilişkin icra hukuk mahkemesi kararlarının kesinleşmeden uygulanamayacağı-

 

Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu hakkında genel haciz yoluyla ilamsız icra takibi yapıldığı, örnek 7 nolu ödeme emrinin borçluya 15.03.2013 tarihinde tebliğ edildiği, 09.05.2013 tarihinde borçluya ait taşınmaza haciz konulduğu, borçlunun ise 14.05.2013 tarihinde icra mahkemesine gelerek, adına kayıtlı olan ve haciz konulan Ordu ili, Merkez Ş. Mah. 1759 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın meskeni olduğunu, haciz konulamayacağını, tarafına yapılan tebligatın usulsüz olup takipten 10.05.2013 tarihinde haberdar olduğunu belirterek meskeniyet şikayetinin kabulü ile taşınmaz üzerindeki haczin kaldırılmasını talep ettiği görülmektedir. 

Diğer yandan borçlunun aynı mahkemenin 2013/168-171 sayılı dosyasında ödeme emri tebligatının usulsüzlüğüne yönelik olarak şikayette bulunduğu, bu dosyada şikayetin kabulü ile ödeme emri tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesine karar verildiği, mahkemece, bahsi geçen dosyada ödeme emri tebliğ tarihi olarak kabul edilen 10.05.2013 tarihine göre henüz takip kesinleşmemiş olacağından bahisle yapılan hacizlerin de usulsüz olacağı kabul edilerek, hacizlerin kaldırılması yönünde karar verildiği ancak, tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır.

Somut olayda haciz, ödeme emri tebliğ tarihine göre takibin kesinleşmesinden sonraya ilişkindir. Ancak usulsüz tebligat şikayeti nedeniyle düzeltilen tebliğ tarihine göre takip kesinleşmediği için haczin de geçerli olmayacağının söylenebilmesi, tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın kesinleşmiş olmasına bağlıdır. Bu durumda mahkemece usulsüz tebligat şikayetine konu olan aynı mahkemenin 2013/168-171 sayılı dava dosyasının sonucu beklenip, kararın kesinleşmiş durumu nazara alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nın 366 ve HUMK'nın 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12. HD. 11.03.2014 T. E:4357, K: 6802

Kaynak: http://app.e-uyar.com/karar/index/c212d3a3-1506-4519-ab64-6a6d31aad8ab

NOT: Yukarıda sunduğumuz içtihada konu olayda;

- Borçlu, icra mahkemesine 14.05.2013 tarihinde başvurarak “haczedilen taşınmazının meskeni olduğunu, haczin kaldırılmasına karar verilmesini (İİK. m. 82/12)”  ve  “kendisine ödeme emri tebligatının usulsüz olduğu, tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesini (İİK.m.16, 21; TebK. 32)” istemiştir.

- İcra mahkemesince, borçlunun usulsüz tebligat şikayeti kabul edilmiş ve “ödeme emrinin tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesine”  ve  “kabul edilen (düzeltilen) ödeme emrinin tebliğ tarihine göre haczin kaldırılmasına” karar verilmiştir.

Yüksek mahkemenin bugüne kadarki içtihatları uyarınca borçlunun meskeni üzerindeki haczin  -“icra mahkemesi kararları kesinleşmeden uygulanır” şeklindeki yerleşmiş içtihatları (bknz: 12. HD. 02.03.2016 T. 29333/6111; 07.04.2005 T. 37018/8946; 09.03.2015 T. 34292/5101; 16.09.2014 T. 17289/21597; 11.06.2013 T. 13134/22006; 02.03.2012 T. 21736/6016; 27.12.2011 T. 24669/30913; 05.04.2011 T. 24822/5552; 21.09.2010 T. 18643/20493; 8. HD. 09.06.2014 T. 20045/11795; 8. HD. 12.05.2014 T. 8064/9310; 8. HD. 12.052014 T. 8053/9308) uyarınca derhal kaldırılması gerekirken, yukarıdaki kararda tamamen farklı bir sonuca ulaşılarak “…ancak usulsüz tebligat şikayeti nedeniyle düzeltilen tebliğ tarihine göre takip kesinleşmediği için, haczin de geçerli olmayacağının söylenebilmesi tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın kesinleşmiş olmasına bağlıdır...” denilerek,  “usulsüz tebligat şikayetinin kabulüne ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra mesken üzerindeki haczin kaldırılabileceği” belirtilmiştir.

Halbuki yüksek mahkemece, bir süre önceki bir olayda (dosyada); “usulsüz tebligat şikayetinin kabul edilerek borçlunun minibüsü üzerindeki haczin kaldırılmasına” ilişkin ‘icra mahkemesi kararının infaz edilebilmesi için kesinleşmesine gerek bulunmadığı’  ifade edilmişti (Bknz: 12. HD. 20.06.2011 T. 31035/12429 )… 24.01.2017

***

 



[1] TBK. mad. 19’a dayalı tasarrufun iptali davaları hariç (Bknz: UYAR, T./UYAR, A./UYAR/C. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 4. Baskı, C:2, s:2970) - Ayrıca bknz: www.e-uyuar.com İİK. mad. 277 - Açıklamalar – İptal Davasını Kimler Açabilir?

[3] GÜNEREN, A. Tasarrufun İptali Davaları, 3. Baskı, 2012, s:403

[5] GÜNEREN, A. age. s:403 vd. - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. a.g.e., C:2, s:1558; Ayrıca bknz: www.e-uyuar.com İİK. mad. 277 - Açıklamalar – İptal Davasını Kimler Açabilir? - KOSTAKOĞLU, C. Takip Hukukunda İptal Davaları (Ad. D. 1989/6, s:23 vd. - Yasa D. 1989/8, s:1050 vd.) - ŞİMŞEK, E. Uygulamalı İcra ve İflas Kanunu, 1989, s:852

[6] Bknz: 17. HD. 11.03.2013 T. 5718/3199; 26.11.2012 T. 6703/13012; 03.11.2011 T. 2228/10229; 03.10.2011 T. 3588/8567; 26.05.2011 T. 9358/5323; 16.0.2011 T. 3901/4867; 24.03.2011 T. 7161/2673; 07.03.2011 T. 6767/1995; Aynı doğrultuda: 07.02.2011 T. 12468/899; 04.11.2010 T. 5462/9379; 03.06.2010 T. 3019/5107; 08.02.2010 T. 10275/857; 28.12.2009 T. 8452/9007; 15.12.2009 T. 8495/8457; 12.11.2009 T. 8903/7489; 29.09.2009 T. 3072/5789; 20.05.2009 T. 2951/3395; 26.12.2008 T. 4215/5810; 14.7.2008 T. 2594/3948; 14.08.2008 T. 3088/3951; 29.05.2008 T. 386/2885; 26.06.2008 T. 727/3542; 15.05.2008 T. 1800/2608; 22.04.2008 T. 459/2096; 21.04.2008 T. 4950/2050; 08.10.2007 T. 4397/3011; 20.09.2007 T. 3827/2724; HGK. 17.01.2007 T. 15-1/1; 15. HD. 18.11.2003 T. 4639/5513; 05.05.2003 T. 898/2384; 04.12.2000 T. 3553/5342; 28.11.1999 T. 5051/173 (Kaynak: www.e-uyar.com)

[7] UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi “El Kitabı” 2. Bası, 2012, C:2, s:3113; Ayrıca bknz: www.e-uyar.com İİK. mad. 281 - Açıklamalar

[8] UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. Tasarrufun İptali Davaları, C:2, s:1560; Ayrıca bknz: www.e-uyuar.com İİK. mad. 277 - Açıklamalar – İptal Davasını Kimler Açabilir?  - GÜNEREN, A. age. s:398

[10] GÜNEREN, A. age. s:403 vd.

[12] GÜNEREN, A. age. s:403 vd.

[13] Bknz: 17. HD. 23.02.2010 T. 10319/1442; 17. HD. 11.05.2009 T. 203/3002; 4. HD. 22.06.2009 T. 5788/8420; 17. HD. 16.03.2009 T. 1612/1477; 20.09.2007 T. 3827/2724 Aynı doğrultuda: 15. HD. 28.11.2002 T. 5744/5609; 15. HD. 21.11.2002 T. 4561/5440; 03.10.2001 T. 2054/4297(Kaynak: www.e-uyar.com)

[17] UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi, 2014, 3. Baskı, C:3, s:4361 vd; Ayrıca bknz: www.e-uyuar.com İİK. mad. 277 - Açıklamalar - İptal Davasını Kimler Açabilir?

1 Ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR, T. İcra Hukukunda Kambiyo Senetleri, 4. Baskı, 2013, s: 235 vd; 553 vd.; Ayrıca bknz: www.e-uyar.com İİK. mad. 170/a Kambiyo Senetlerinde Beş Gün Süreli Şikayet

4 BERKİN, N. İcra Dairelerinin Faaliyetlerini Tanzim Eden Hükümler (İHFD. 1976/1-4, s:216) – BERKİN, N. İcra Hukuku Rehberi, s:35-40 – KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, C:1, s:92 – ÜSTÜNDAĞ, S. İcra Hukukunun Esasları, 2004, 8. Bası, s:33 dipn. 20 – POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukuku Esasları, 1982, s: 32 - PEKCANITEZ, H. İcra – İflas Hukukunda Şikayet, 1986, s:77 – ULUKAPI, Ö. İcra ve İflas Hukuku, 2007, s:20 dipn. 39 – PEKCANITEZ, H. / ATALAY, O. / ÖZEKES, M. İcra ve İflas Hukuku “Temel Bilgiler”, s:16 vd. – BELGESAY, M. R. İcra ve İflas Kanunu Değişen Maddeler Şerhi, 1966, s:14

5 Karş:, ÇİÇEK, H. Son Değişiklikler Çerçevesinde İcra Hukukunda Şikayet (Legal Hukuk Dergisi, Şubat/2004, s: 399 vd.)

6 Karş: Dipn. 10’daki içtihatlar

7 Bknz: BGE. 78. III. 51, 76 III 88, 67 III 163, 47 III 205 (Naklen; ÜSTÜNDAĞ, S. age. s:41; 64 – PEKCANI-TEZ, H. age. s:79 dipn. 59)

8 Aynı görüşte: YILDIRIM, M. K. / YILDIRIM, N. D. İcra ve İflas Hukuku, 7. Baskı, 2016, s: 36

9 POSTACIOĞLU, İ. age. s:32 – ÜSTÜNDAĞ, S. age. s:4 dipn. 20 – PEKCANITEZ, H. age. s:80 – ULUKAPI, Ö. age. s:20 dipn. 39

10 Bknz: 12. HD. 22.1.1990 T. 7780/22; 10.2.1989 T. 6347/1783; 11.12.1986 T. 3545/14157; 17.6.1986 T. 12553/6951; 12.5.1983 T. 2239/3746; 30.11.1981 T. 7846/9053 (Kaynak: www.e-uyar.com)

11 UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi, 2014, C:3, s: 288 vd.; Arıca bknz: www.e-uyar.com İİK. mad. 16 - Şikayet Süresi

1 UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra Hukukunda Haciz, 3. Baskı, 2016, s: 258 vd. - Ayrıca bknz: www.e-uyar.com İİK. mad. 89 - Açıklamalar, dipnot 49 civarı

1 KURU, B. İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, 2. Baskı, s: 492 – KURU, B. Bankalardaki Mevduatın Haczi, 1977, s: 71; 2002, s: 127 vd. – ÜSTÜNDAĞ, S. İcra Hukukunun Esasları, s: 194 – YAVAŞ, M. Borçlunun Üçüncü Şahıslardaki Mal, Hak ve Alacaklarının Haczi, “İİK. m. 89”, 2005, s:168 vd.

2 Bknz: 12. HD. 27.06.2011 T. 32479/13903; 12. HD. 22.10.2004 T. 47928/22583; 19. HD. 06.07.1995 T. 9723/6226 (Kaynak: www.e-uyar.com)

3 Bknz: 12. HD. 08.03.2002 T. 3683/4795 (Kaynak: www.e-uyar.com)

4 Bknz: 19. HD. 23.09.1999 T. 4545/5107 (Kaynak: www.e-uyar.com)

16    Bu konuda ayrıca bknz: DERYAL, Y. Borçlunun Kooperatifteki Daire Alacağının Haczine İlişkin Bir Örnek Olay İncelemesi (Ünal Tekinalp’e Armağan, 2003, C: I, s: 297-322)

17    KURU, B. İcra ve İflâs Kanunu Değişiklik Tasarısı Hakkında Seminer, 1963, s: 25

18    KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, 1979, C: 1, s: 767

19    Ancak hemen belirtelim ki, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu (mad. 26/son) «idarece alınan teminatların haczedilemeyeceğini» öngördüğünden, bu kanun uyarınca, idareye hitaben verilen teminat mektuplarından dolayı, idarenin bankadaki alacağı, idarenin alacaklıları tarafından haciz edilemeyecektir...

22 UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra Hukukunda Haciz, 3. Baskı, 2016, s: 253 vd.

2 ÜSTÜNDAĞ, S. İcra Hukuku Esasları, 8. Bası, 2004, s: 246 – ERTURGUT, M. İcra ve İflas Hukukunda Menkullerin Paraya Çevrilmesi, 2000, s: 232 – ÖZMUMCU, S. Cebri İcra Hukukunda Pazarlık Suretiyle Satış, 2005, s: 22 vd.

4 POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukukunun Esasları, 4. Bası, 1982, s: 463 – ÜSTÜNDAĞ, S. age. s: 244 – KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, 1990, C: 2, s: 1221 – ERTURGUT, M. age. s: 223 vd. – UMAR, B. İİK. m. 120,f:1 Gereğince Yapılacak Alacak Temlikinin Var Olmayan Alacağa Dönüşmesi – Bunun Sonuçları (İzmir Bar. Der. 1985/1, s:21)

5 UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Hukuku, 2014, C:2, 3. Baskı, s: 2182 vd.; Ayrıca bknz: www.e-uyar.com İİK. mad. 120 - Açıklamalar

[18] KURU, B. İcra ve İflas Hukuku, C:2, 1990, s: 1184 - KURU, B. İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2013, s: 608 – UYAR, T. /UYAR, C./UYAR, C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi, C:2, 2014, s: 2115 – ASLAN, E. K. İcra ve İflas Hukukunda Taşınmaz Malların Açık Artırma Yolu İle Paraya Çevrilmesi, 2004, s: 54 – DEYNEKLİ, A. /KISA, S. Hacizde ve İflasta Sıra Cetveli, 2005, s:141 – ERTURGUT, M. İcra ve İflas Hukukunda Menkullerin Paraya Çevrilmesi, 2000, s: 76

[20]  Bknz: 13. HD. 25.06.1979 T. E:3011, K: 3730- Kaynak: http://app.e-uyar.com/KunyeArama

[21] Bknz: 15. HD. 10.03.2005 T. 6645/1365; 10.03.2005 T. 6646/1364; 14.12.2004 T. 5965/6501; 23.09.2004 T. 3966/4595; 23.06.2004 T. 367/3525; 24.02.2004 T. 306/960 vb. - Kaynak: http://app.e-uyar.com/KunyeArama - Ayrıca bknz: UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi 3. Baskı, 2014, C:3, s:4372

[22] Bknz: 17. HD. 29.06.2015 T. 7716/9218; 16.06.2015 T. 4461/8760; 16.06.2015 T. 4397/8759; 25.05.2015 T. 21071/7629; 25.05.2015 T. 1858/7614; 05.05.2015 T. 21092/6686; 05.05.2015 T. 10606/6636; 21.04.2015 T. 6674/6057; 21.04.2015 T. 21492/6052; 07.04.2015 T. 1719/5522; 07.07.2015 T. 15090/5512; 31.03.2015 T. 16833/5185; 23.03.2015 T. 16355/4593; 23.03.2015 T. 3460/4631; 12.03.2015 T. 18146/4159; 10.03.2015 T. 17905/4042; 09.03.2015 T. 17616/3986; 09.03.2015 T. 17290/3983; 26.02.2015 T. 16319/3429; 19.02.2015 T. 19310/2984 vb. - Kaynak: http://app.e-uyar.com/KunyeArama

[23] Bknz: HGK. 28.03.2012 T. 17-25/241; 13.10.2010 T. 17-399/498; 01.12.2004 T. 15-553/624; 30.10.2002 T. 15-849/861 Kaynak: http://app.e-uyar.com/KunyeArama

[24] Ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR,T./UYAR,A./UYAR,C. a.g.e. C:3, s: 4369 vd. – www.e-uyar.com

[25] Bknz: UYAR, T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu Şerhi C:12, 2. Baskı, 2009, s:18883 vd.- UYAR, T./ UYAR, A./ UYAR, C.  İcra ve İflas Hukuku’nda Tasarrufun İptali Davaları, C:2, 4. Baskı, 2011, s: 1564 vd.- UYAR, T./ UYAR, A. / UYAR, C.  a.g.e, C:3, s: 4369 - www.e-uyar.com

[27] ARSLANLI, H./DOMANİÇ, H. Limited Şirketler Hukuku ve Uygulaması, 1989, s:446 – AYHAN, R. Limited Şirketlerde Ortakların Sorumluluğu, 1992, s:65 – COŞKUN, M. Açıklamalı- İçtihatlı İİK. C:2, 2016, s:2175 – YILMAZ, E. İİK Şerhi, 2016, s:519

[28] Çünkü “Bir sermaye şirketi olan limited şirketin malvarlığının, şirket alacaklıları için ortak bir garanti oluşturduğunu, sermaye alçağının haczedilebileceğinin kabul edilmesi halinde alacaklılar arasındaki eşitliğin bozulacağını … ”, “ TTK’da , şirket alacaklılarına doğrudan başvurma imkanı tanınmamışken , İİK hükümlerine göre böyle bir imkanın alacaklılara tanınmasının, kanun koyucunun amacına aykırı olduğu, bunu kanuna karşı hile teşkil edeceği…” vb. -bu görüşte olan hukukçularca- ileri sürülmüştür.

[29]ÇAMOĞLU, E Limited Ortaklığın Sermaye Alacaklarının Haczi (BATİDER, 1971, C:VI, S:1 s:62 vd. – TOPUZ, G. Limited Şirketin Sermaye Alacağının Haczi (Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, 2010, C:2, s:2109 vd. –YAVAŞ, M. Borçlunun Üçüncü Şahıslardaki Mal, Hak ve Alacaklarının Haczi “İİK.m.89” , 2005, s:166 – İYİLİKLİ, A. C. , Haciz İhbarnameleri “İİK.m.89”, 2012,s:205 vd. – DOMANİÇ, H. Anonim Şirket Ortaklarının Sermaye Temerrüdüne Terettüp Eden Hükümler (İBD. 1966/4-5-6, s:123)

Biz öteden beri bu görüşe katılmıştık: UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İcra Hukukunda Haciz, 3. Baskı, 2016, s:340 - UYAR, T. İcra Hukukunda Haciz, 2. Baskı, 1990, s:319 - UYAR, T. İcra Hukukunda Haciz, 1. Baskı, 1983, s:256 - UYAR, T. Borçlunun Üçüncü Kişilerdeki Hak ve Alacaklarının Haczi (İzmir Bar. Der. Eylül/2013, s:255) - UYAR, T./UYAR, A./UYAR, C. İİK. Şerhi, C:2, 2014, s:1787

[30] Çünkü “cebri icra hukuku bakımından borçlunun, alacaklılarına karşı malvarlığıyla sorumlu olduğunu, limited şirketin taşınır ve taşınmazlarına ve üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarına haczin konusunu oluşturduğunu, ‘bakiye sermaye alacağının haczedilemeyeceğine’ ilişkin ne TTK’da ne de İİK’da somut bir hüküm bulunmadığı, oysa ‘bir şeyin haczedilemez olduğu’nun ancak kanun’la belirleneceği” -bu görüş taraftarlarınca- ileri sürülmüştür. 

20.04.2024
AV. TANER ÇAKIR
BARO BAŞKANI

BARO LEVHASI


© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.